|
DİN NEDİR |
Din Neye Denir, Gayesi Nedir?
|
Din, Allah tarafından konulmuş bir
kanundur. İnsanlara, yaratılış gayesini ve varoluş hikmetini bildirir.
Yüce Rabbine karşı ne şekilde ibâdette bulunacaklarını öğretir. İyi ve
faydalı şeyler yapmaya sevkeder, zararlı işlerden de alıkoyar.
Din, insan aklının kendi kendine
sorup durduğu, "Ben kimim, nereden gelip, nereye gidiyorum?" suâllerinin
tatmîn edici yegâne cevab kaynağıdır.
Din, imkânların tükendiği,
ümidlerin söndüğü yerde başlayan imkân yolu ve ümid ışığı, ilâçların
dindiremediği acıların ilâcı, yıkık gönüllerin sığınağıdır.
Din; adâlet, iyilik, fedakârlık,
doğruluk, fazilet gibi duyguların hayat menbaı, insan vicdanındaki
inanma ihtiyacının tam karşılığıdır.
İnsanlar, dinleri peygamberlerden
öğrenmişlerdir.
Peygamberler, vahiy yoluyla
Allah'dan aldıkları dinî hükümleri, aldıkları şekliyle insanlara
bildirmişlerdir. Bu bakımdan, dinlerin hakikî sahibi, Allah Teâlâ'dır.
Peygamberler ise dînin hükümlerini insanlara bildiren birer elçi
durumundadırlar.
|
İnsan Hayatında Dinin Yeri Nedir?
|
Din inancı, insanla beraber
doğmuştur. Çünkü insanlık tarihinin hiçbir döneminde din duygusundan
mahrum bir millete rastlanamamaktadır. Nerede insan varsa, orada bir
nevi îman, ibâdet ve din duygusu görülmüştür.
Bundan anlaşılıyor ki, din,
insanlığın yaratılışından getirdiği fıtrî ve zarurî ihtiyacıdır.
İnsanoğlu vâr oldukça, din de vârolacaktır.
Filozof Auguste Sabatier bu konuda
der ki:
"Diyânet, gayet kuvvetli bir ağaç
gibi, insaniyetin geçirdiği inkılâpların hepsinde hayatını muhafaza
etmiş ve edecektir. Zaman geçmekle, onun kaynağı kurumak şöyle dursun,
bilâkis, gittikçe o menbaın derinleştiğini, genişlediğini görmekteyiz.
Binaenaleyh, insan hayatı diyânetle başlamış olduğu gibi, diyânetle
kuvvet bulacak, diyânetle nihayetlenecektir."
"Ben niçin dinliyim" suâlini
nefsime sorar sormaz, şu cevabı alıyorum: Dindarım, çünkü başka türlü
olmaya muktedir değilim. Dindar olmak, varlığım ve benliğim için
vazgeçilmez bir ihtiyaçtır."
Benjamin Konstan ise şöyle der:
"Din, insanlık tarihinde en fazla
hâkim olmuş bir varlıktır. Dinî hayat, tabiatımızın değişmez vasfı ve
ondan ayrılmayan bir özelliğidir. İnsanın mahiyeti düşünülünce, zihne
derhal bir de din fikrinin gelmemesi mümkün değildir..."
Batılı ilim ve fikir adamlarının bu
tesbitleri de gösteriyor ki: İnsan fıtraten dindardır; din duygusu insan
tabiatının zarurî bir ihtiyacıdır. Tarihin hiçbir devrinde dinsiz, yani,
inançsız ve mâneviyatsız bir insan olmamıştır.
|
Dinin Fertlere ve Cemiyete
Sağladığı Faydalar Nelerdir?
|
1. İnsan, akıl ve şuur sahibi,
varlığı üzerinde düşünebilen bir canlıdır. Nereden gelip nereye
gittiğini, niçin yaratıldığını, hayat yolunun onu nasıl bir sonuca
ulaştıracağını, vicdânıyla başbaşa kaldığı zaman, kendi kendine sorup
durmaktadır. Bu konuda tatmîn olmak, içinde geleceğe ait olarak beliren
endişelerden kurtulmak, sükûnete ve iç huzura ermek ihtiyacındadır. Bu
huzuru, insan, ancak insanüstü bir hakikata inanıp bağlanmakla
bulabilir. Bu hakikatı ise, ona ancak din verir ve öğretir.
2. İnsanlığın kendi dünyasında
maddeten ve mânen inkişaf etmesi, gerçek insanlık mertebesine ulaşması
için de, din mutlaka gereklidir.
Bu hususu Bediüzzaman şöyle ifâde
eder:
"Nev'-i beşerin ahvaline dikkatle
bakılsa görülür ki, ruhun mânen terakkisini, vicdanın tekâmülünü, akıl
ve fikrin inkişaf ve terakkisini telkin eden, yani aşılayan
şeriatlardır. Vücud veren tekliftir. Hayat veren peygamberlerin
gönderilmesidir. İlham eden dinlerdir. Eğer bu noktalar olmasaydı, insan
hayvan olarak kalacaktı. Ve insandaki bu kadar kemâlât-ı vicdaniye ve
ahlâk-ı hasene tamamen yok olurlardı." (İşârâtü'l-İ'caz).
Aynı konuda Ali Fuad Başgil ise
şöyle der:
"En âliminden câhiline kadar insan,
nerden gelip nereye gittiğini kendi kendine soracak; insanüstü
âlemlerden yüksek bir ideâl mesnedi ve bir hareket ve faaliyet prensibi
arayacaktır. Fakat bu aradıklarına ve sorduklarına dînin dışında -ne
ilimde, ne de felsefede- tatmin edici ve iç ferahlatıcı bir cevab
bulamıyacaktır. Neticede ya dindâr olup, dinî hakikatlere gönül
bağlayacak ve insan hayatı yaşayacaktır, yahut da hayvanlaşıp, fizikî
hisler ve bayağı zevkleriyle yaşama yolunu tutacaktır. Bu yol, insanlığı
uçuruma götürülecektir." (Din ve Lâiklik)
3. Din, cemiyet hayatını
düzenleyici ve disipline edici olarak da, insanlık için lüzumlu bir
müessesedir.
-
Dinî duygu, insandan hiçbir
vakit ayrılmayan, onu daima murakabe altında bulunduran mânevî bir
bekçidir. Bu bekçi, vicdanlar üzerinde son derece etkili olduğundan,
hem insanı gizli âşikâr
bütün fenalıklardan alıkoyar, hem de her nevi iyiliklere sevkeder.
"Din, insan ihtiraslarını frenliyen en kuvvetli mânevî bir
dizgindir."
-
Din sayesinde Allah'ın herşeyi
bileceğini, hiçbir şeyin ondan gizlenemeyeceğini idrâk eden insanda
kuvvetli bir irâde hâsıl olur. Böyle kuvvetli irâde ve seciye sahibi
kişilerden meydana gelen bir cemiyette ise, âsâyiş ve istikrar,
nizam ve âhenk bulunur.
-
Din her türlü ahlâkî fazîletin
kaynağıdır. İnsanlık için dinin getirdiği ahlâkî sistemin ehemmiyeti
çok büyüktür. Aleksi Betran şöyle der: "Dindar kimselerde mevcut
olan îman, ahlâk için pek kıymetli bir istinad noktasıdır."
Bir milletin ahlâkî yönden
alçalması kadar müdhiş bir felâket yoktur. Tarih boyunca pek çok
milletler, ahlâken tefessüh ettikleri için batmış, tarih sahnesinden
silinip gitmişlerdir.
4. Dinsizlik, herşeyden önce ahlâk
fikrini yıkar. Çünkü din olmadığı takdirde, ahlâk için hiçbir yaptırıcı
güç kalmadığından, dinsizlik her türlü kötülüğün yayılmasına ve
genişlemesine ve neticede cemiyetin çökmesine sebeb olur.
Dinsizlik, aynı zamanda hukuk
fikrini de ortadan kaldırır. Kendini herhangi bir ahlâkî müeyyideye
bağlı hissetmeyen dinsiz insan, hiçbir hak ve hukuku yerine getirmez.
Eline fırsat geçtiğinde zulüm yapmaktan, gasbetmekten, her türlü
kötülüğü işlemekten geri durmaz.
"Maddeye tapan ve şehvetlerine esîr
olan dinsiz insanda, insanlık seciyeleri silinmekte; fazîlet, ferâgat ve
fedakârlık yerine feci bir 'BOŞVER' zihniyeti hâkim olmaktadır. Bu
zihniyet ise, bir cemiyet için felâkettir."
|
Dinler Kaça Ayrılır?
|
İslâm âlimleri dinleri başlıca iki
kısma ayırırlar:
1. Hak dinler.
2. Bâtıl dinler.
Tek Allah'a îmanı esas alan ve
yalnızca O'na kulluk ve ibâdeti emreden dinlere Hak dinler denir.
Hak dinler, Allah'ın göndermiş
olduğu dinlerdir. Bu sebeble bunlara semavî dinler de denir. Hak
dinlere, temelini, Allah'ın birliğine îman ve sadece O'na ibâdet esası
teşkil ettiği için, Tevhid dini adı da verilir.
Allah tarafından gönderilmemiş,
insanların kendilerinden uydurdukları, tek Allah'a îman esasını
taşımayan inanç ve fikirlere ise, Bâtıl dinler denir.
Hak dinlerin bazıları, sonradan
insanlar tarafından bozulmuş, içine dînin aslından olmayan hurâfeler ve
bâtıl inançlar konulmuştur. Bu gibi, aslı hak iken sonradan bozulan
dinlere, Muharref dinler denir. Yahudîlik ve Hıristiyanlık gibi...
Bunlar başlangıçta Hak din iken, sonradan içlerine hurâfeler ve tevhide
aykırı fikirler girmesiyle bozulmuş ve birer muharref din olmuşlardır.
Muharref dinler de, bâtıl dinlerden sayılır.
|
İnsanlığın İlk Dîni Hangi Dindir?
|
İnsanlığın ilk dîni, ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem
Aleyhisselâm'a gönderilen ve Allah'ın bir olduğu inancına dayanan Tevhid
dînidir. Sosyolojik araştırmalar da insanlığın ilk dîninin tevhid dîni
olduğunu isbatlar mahiyettedir. Nitekim dinler tarihi araştırmacısı ve
sosyolog Schmidt, yeryüzünde en ilkel insan cemiyeti olan Pigmeler
üzerinde yaptığı araştırmalar sonucu, bunlarda "tek tanrı inancı"nın
olduğunu ortaya koymuştur. Schmidt'in bu tesbitleri, Durkheim'in,
insanlığın ilk dininin totemizm olduğu yolundaki iddialarını çürütmüş,
bu konudaki yaygın Batılı kanâatleri yıkmıştır.
|
Bâtıl Dinler Nasıl Ortaya Çıkmıştır?
|
Hz. Âdem'den (as) sonra, zamanın
ilerlemesiyle bazı insanlar nefislerine ve Şeytan'ın telkinlerine
kapılarak tevhid inancından uzaklaşmış, Hak dîne yabancılaşmış, bir
takım yanlış inançlara saplanmışlardır. Böylece bâtıl dinler ortaya
çıkmıştır.
İnsanlar Hak dinden uzaklaşıp
bâtıla saplandıkça, Cenâb-ı Hak onlara yeni bir Peygamber ve yeni bir
din göndermiş, onları tevhid inancına dâvet etmiştir. Ancak insanların
sadece bir kısmı bu dâvete uymuş, diğer kısmı ise bâtıl inançlarında
ısrar etmiştir. Hattâ bunlar Hakka dönmemekle de kalmamış, dönenlere
zorla mâni olma, baskı ve işkence yapma yollarına bile başvurmuşlardır.
Böylelikle her asırda ve her devirde Hak dine inananlarla inanmayanlar
arasında sürekli bir mücadele olagelmiştir. Günümüzde de çeşitli isimler
ve şekiller altında bu mücadele sürmektedir ve kıyâmete kadar da
sürecektir.
|
Son Din Hangisidir?
|
İnsanlığın son dini, tevhid dîni
olan İslâm dînidir.
|
İlim ve Din Arasında Herhangi Bir
Çatışma Söz Konusu mu?
|
İlim, madde âleminin, hayatın ve
özellikle insanın nasıl vâr olduğunu inceler, bu âlemde cereyan eden
İlâhî kanunları bulup çıkarır. Bu kanunlar sâyesinde insanlığın teknik
ve medeniyette daha fazla ilerlemesine imkân hazırlar. Din ise, kâinatın
ve madde âleminin niçin yaratıldığını ve yaratıcısının kim olduğunu
ortaya koyar. Özellikle insanın varlıklar içindeki müstesna mevkiini,
yaratılış gayesini ve bu dünyadaki vazifesinin mahiyetini belirtir.
Şu halde ilim ile din için: Varlık
âleminin sır ve muamma kutularını açan iki anahtardır denebilir. Biri,
varlıkların yaratılış şeklini, maddî mahiyetini ortaya koyarken; diğeri
de yaratılış sebebini ve gayesini açıklamaktadır. Bu bakımdan ortada
birbirleri ile çatışan bir durum yoktur. Bil'akis birbirlerini tamamlama
söz konusudur.
İlim ilerledikçe dinî görüşlerin
iflâs edeceğini sananlar, bu noktada yanılmışlardır. Bil'akis, ilmin
ileriye doğru attığı her adım, her yeni buluş, düşünen insanlığı dinî
akîdelere biraz daha yaklaştırmış ve Allah'ın büyüklüğünü biraz daha
yakından göstermiştir. Şöyle ki:
"Kâinatta mevcut kusursuz bir
nizamın dayandığı kanunların keşfinden ve bu kanunlardan istifade
yollarının araştırılmasından ibaret olan ilimler", bu muhteşem nizamı
kuran ve işleten Allah'ın varlığına en kuvvetli bürhan ve şahidlerdir. O
yüce Yaratanın varlığını, eşsiz kudretini inkâr etmek; ancak gözle
görülen mevcut nizamı inkâr etmekle mümkün olur. Nizamın inkârı hâlinde
ise, ortada ilim kalmaz.
Diğer taraftan ilimler, Allah'ın
yarattığı varlıklar âlemini incelediklerinden, yaratılıştaki hârikaları,
ince hesap ve ölçüleri ortaya koymakta ve varlıklar üzerinde tecelli
eden İlâhî isim ve sıfatları meydana çıkarmaktadırlar. Bu bakımdan,
ilimlerin Allah'ın isimlerine ayna olduklarını ve herbir ilmin Allah'ın
bir ismine dayandığını ve hakikatını o isimden aldığını söyleyebiliriz.
Bu hususu Bediüzzaman şöyle izah etmektedir:
"Her bir kemâlin, herbir ilmin,
herbir terakkiyatın, herbir fennin bir hakikat-ı âliyyesi [yüce bir
hakikatı] var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok
perdeleri ve mütenevvi tecelliyatı [çeşitli tecellileri] ve muhtelif
daireleri bulunan o isme dayanmakla o fen, o kemâlât, o san'at kemâlini
bulur, hakikat olur. Yoksa yarım yamalak bir surette nâkıs bir gölgedir.
Meselâ: Hendese [geometri] bir
fendir. Onun hakikati ve nokta-i müntehası [ulaşabileceği en son nokta],
Cenâb-ı Hakk'ın ism-i Adl ve Mukaddir'ine yetişip hendese âyinesinde o
ismin hakîmane cilvelerini müşahede etmektir.
Meselâ: Tıb bir fendir. Hem bir
san'attır. Onun da nihayeti ve hakikatı, Hakîm-i Mutlak'ın Şâfî ismine
dayanıp, eczahane-i kübrâsı olan rûy-i zeminde [yeryüzünde] Rahimâne
cilvelerini, edviyelerde [devâlarda] görmekle tıb kemâlâtını bulur,
hakikat olur.
Meselâ: Hakikat-ı mevcûdattan
bahseden hikmetü'l-Eşyâ, Cenâb-ı Hakk'ın (Celle Celâlühû) ism-i
Hakîminin tecelliyat-ı kübrâsını müdebbirâne, mürebbiyâne eşyada,
menfaatlerinde ve maslahatlarında görmekle ve o isme ve ona dayanmakla
şu hikmet olabilir. Yoksa, ya hurafâta inkılâb eder ve mâlâyâniyât olur
veya felsefe-i tabiiye misillû dalâlete [sapıklığa] yol açar.
İşte sana üç misâl! Sair kemâlât ve
fünûnu [fenleri] bu üç misâle kıyâs et." (Sözler)
Gerçekten de Bediüzzaman'ın işaret
ettiği gibi, ilim ve fenlerin hakikatının İlâhî bir isme istinad ettiği
görülmez veya görmezlikten gelinirse, ilmin ya inançsızlğa yol açacağı,
veya faydasız birer meşguliyet mahiyeti alacağı, günümüzde pek çok
misalleriyle ortaya çıkmıştır.
|
İlim - Din İlişkisini Açıklayan
Bazı Güzel Sözler
|
"İlim, insanlığa, telgrafı,
elektriği, teşhisi ve bir takım hastalıkları tedavi çarelerini verdi.
Din de ferdlerde ruhî sükûneti ve ahlâkî muvazeneyi te'min eder.
İlim ve din, kâinatın hazinelerini açmak için kullandığımız hakikî iki
anahtardır. İnsan ilimden istifade eder, fakat
din ile yaşar."
(William James)
"Bir tabiat kanununu ifade eden her
formül, Allah'ı öven bir İlâhîdir."
(Maria Mitchell)
"Hangi sahada olursa olsun, ilimle
ciddî şekilde meşgul olan herkes, ilim mâbedinin kapısındaki şu yazıyı
okuyacaktır: "İmân et!" İman, ilim adamının vazgeçemiyeceği bir
vasıftır."
(Max Planck)
"Kâinatın Yaratıcısına olan inanç,
ilmi araştırmanın en kuvvetli ve en asîl muharrik gücüdür."
"Dinsiz ilim kör, ilimsiz din
topaldır."
(Albert Einstein)
"Vicdanın ziyası ulûm-u diniyyedir
[dinî ilimlerdir]. Aklın nuru fünû*-u medeniyyedir [modern fenlerdir].
İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin
himmeti pervâz eder [uçar]. İftirak ettikleri [ayrıldıkları] vakit,
birincisinde taassub; ikincisinde hîle, şübhe tevellüd eder."
(Bediüzzaman)
"İlim ile din, birbirini nefyetmez
(inkâr etmez), bil'akis tamamlar. Çünkü bunlardan biri aklın, diğeri
gönlün (kalbin) ışığıdır. Ve insan ne yalnız akıldan, ne de gönülden
ibarettir. Fakat hem akıl, hem de gönül sahibi bir varlıktır. Dinsiz
ilim belki aklı tatmîn eder, fakat muhakkak ki gönlü karartır. Nitekim
ilimsiz din de ruhu ve gönlü ışıtır, fakat aklı karanlıkta bırakır.
Binaenaleyh, insanlığın hayrı ve
faydası, ne bugün olduğu gibi yalnız ilme bağlanmaktır, ne de orta
zamanlarda olduğu gibi yalnız dine sarılmaktır. Fakat her ikisine birden
sahip olmaktır."
(Ali Fuad Başgil)
"Allahu Teâlâ'nın mahlûklarını
inceleyen fen adamları, O'nun büyüklüğünü herkesten iyi anlarlar."
(Fahreddin-i Razî)
|
Konuyla İlgili Tavsiye Linkler |
|
|