İslâm dinini, sâir dinlerden
ayıran belli başlı özellikleri şunlardır:
1 - İslâmiyet, her asra ve her
insana hitab eder, getirdiği esaslar insanlığın bütün
ihtiyaçlarına cevab verir.
İslâm'ın bu cihanşümûl
özelliğine Kur'an'da şu şekilde işaret olunur:
"Ey Muhammed! Biz seni BÜTÜN İNSANLARA yalnızca müjdeci
ve korkutucu olarak gönderdik." (Sebe' Sûresi: 28).
"Ey Muhammed! De ki: 'Ey
insanlar, ben Allah'ın HEPİNİZ İÇİN GÖNDERDİĞİ
Peygamberiyim'." (A'raf Sûresi: 158).
2 - İslâmiyet kolaylıklar dînidir.
İslâm'da insanlara yapamayacakları
veya yaparken zorluk çekecekleri işler yüklenmemiştir. Kur'ân-ı
Kerîm'de İslâm'ın kolaylık prensipleri şu şekilde
ifade edilir:
"Allah, insanı ancak gücünün
yeteceği işle mükellef tutar..." (Bakara
Sûresi: 285).
"Rabbimiz, bize gücümüzün
yetmiyeceği şeyi taşıtma..." (Bakara
Sûresi: 285).
"Allah, sizin için kolaylık
göstermek diler, zorluk çıkarmak istemez..." (Bakara
Sûresi: 185).
Kur'an'da İslâm'ın kolaylıklar
dîni olduğu bu şekilde açıklanırken Peygamberimiz
de, bu hususta hadîs-i şeriflerinde şu prensipleri vaz'etmişlerdir:
"Ben ancak âlemlere rahmet olarak
gönderildim. Azâb için, zorluk vermek için gönderilmedim..."
"Allah Teâlâ, beni sıkıntı
ve zahmet verici ve bunu arzu edici olarak göndermedi. Fakat Allah beni,
muallim (öğretici, bildirici) ve kolaylaştırıcı
olarak gönderdi..."
"Dininizin en hayırlısı,
en kolay olanıdır. Muhakkak ki din bir kolaylıktır..."
"Ben size neyi yasak ettiysem,
ondan çekinin; size neyi emretti isem, ondan gücünüzün yettiği
kadarını yapın. Sizden evvelki ümmetleri
ancak mes'elelerinin ve Peygamberlerine karşı ihtilâflarının
çokluğu helâk etmiştir."
"Amelden gücünüzün yettiği
kadarını yapın. Siz ibâdetten bezmedikçe, Allah da sevab
vermekten bıkmaz."
"Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz."
Hz. Âişe Validemiz, Resûlüllah
Efendimizin bu hususla ilgili tatibkatını şu şekilde
beyan etmişlerdir:
"Resûlüllah (asm) iki şey arasında
dilediğini tercihte serbest bırakıldı mı, günah
olmadığı müddetçe muhakkak onlardan en kolayını
alırdı. Eğer iş günahsa ondan halkın en uzak
bulunanı Resûlüllah olurdu."
Bütün bu hadîs-i şerifler, İslâm
dîninin ne derece uygulanması kolay hükümler ihtiva ettiğini
göstermektedir. Cihanşümûl ve kıyâmete kadar pâyidar oluşunda,
bu kolaylık anlayışının büyük yeri vardır.
Dinimizin kolaylık dîni olduğuna dair tatbikattan bâzı
misaller:
Dînimizde namaz kılmak için su ile abdest almak
mecburiyeti vardır. Ancak su bulunamadığı veya su çok
soğuk olup hastalanma ihtimali olduğu hallerde, toprakla teyemmüm
yapılır. Toprak su yerine geçer.
- Dînimiz yolculara; yorgunluk,
zaman darlığı gibi hikmetlere binaen 4 rek'atlı farz
namazları iki rek'at olarak kılmak kolaylığını
getirmiştir.
- Namazda ayakta durmak (kıyam)
farzdır. Ancak ayakta duracak gücü olmayanlar, oturarak namaz kılarlar.
- Hastalara ve yolculara Ramazanda
oruç tutmak zor gelebilir. Bu sebeble dinimiz onları Ramazan'da, oruç
tutup tutmamakta serbest bırakmıştır. Tutmazlarsa hiçbir
mahzuru olmaz. İyileşince veya seyahatten dönünce, oruçlarını
kazâ ederler.
- Hac yolunda hastalık, harb,
v.s. gibi bir sebeble emniyetsizlik varsa, hacca gitmesi mecburî olan Müslümanlar,
yoldaki tehlike kalkana kadar haclarını te'hir ederler.
3 - İslâmiyetin bütün hükümleri
mâkuldür. Akla zıt düşen, mantığa ters gelen hiçbir
mes'elesi yoktur.
İnsanı diğer varlıklardan
ayıran en önemli özelliği aklıdır. İnsan onun
vasıtasıyla gördükleri üzerinde düşünür, iyiyi kötüden
ayırır, doğru ile yanlış arasında bir seçim
yapar. Bu sebeble Kur'ân-ı Kerîm'de 70 kadar âyette akıldan
ve akıl sâhiplerinden bahsedilir. Allah'ın emirleri doğrudan
doğruya akla yöneltilir. Sık sık "Hiç duymuyorlar mı?",
"Akıl etmiyorlar mı?" denilir.
Dînimizde mükellefiyet için akıl
esas olduğundan, aklı olmayanlar yaptıklarından
sorumlu tutulmamışlardır.
Hz. Peygambere inanmıyan
insanlar, "Bize mûcizeler göster de Allah'ına inanalım,
peygamber olduğunu kabul edelim" dediklerinde, Allah Teâlâ
onların bu tekliflerini beğenmemiş; varlığına
inanmak için onları mûcize istemeye değil, yerlere ve göklere
ibretle bakıp düşünmeye çağırmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'de bu hususta:
"Göklerin ve yerin yaratılmasında,
gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara faydalı
olan şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten
indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı
orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre
âmâde duran bulutları döndürmesinde, düşünen akıl sâhipleri
için deliller vardır" (Bakara: 164) buyurulmuştur.
Sahâbenin ileri gelenlerinden Hz.
Enes, Resûlüllah Efendimizin yanında bir kimseden bahsederken onu
medhetmişti. Resûlüllah (asm) sordu:
- Onun aklı nasıldır?
Hz. Enes:
- Ya Resûlâllah, onun ibâdeti, ahlâkı,
fazîleti, edebi iyidir, deyince Allah Resûlü yine:
- Onun aklı nasıldır?
diye sorusunu tekrarladı. Hz. Enes de:
- Ey Allah'ın Resûlü, biz bu
adamın ibâdetlerinden, fazîletlerinden, çeşitli hayırlarından
bahsediyoruz; siz ise, aklından soruyorsunuz, dedi. Resûlüllah
Efendimiz bunun üzerine şu sözleri söylediler:
- Ahmak olan âbid, cehli sebebiyle
şeytana aldanarak fâsık bir kimsenin günâhından daha büyük
günahlara mâruz kalabilir. İnsanların Allah'a yakınlıkları,
ancak akılları kadardır."
Mâverdî'nin Edebü'd-Dünya ve'd-Dîn
adlı eserinde zikredilen bu hadîs, İslâm'da akla verilen önemi
göstermesi bakımından son derece ibretli ve düşündürücüdür.
Akılla ilgili diğer bazı
hadîsler de şöyledir:
"Aklı olmayanın dîni
yoktur."
"Allah akılsız [aklını
kullanmayan] mü'mini sevmez.
"Kişinin aklı doğru
olmadıkça, dîni doğru olmaz..."
"Cennet 100 derecedir. 99
derecesi akıl sâhipleri için, bir derece de diğer insanlar için..."
"Ya Ali! İnsanlar çeşitli
iyiliklerle Allah'a yaklaşırken, sen de aklınla yaklaş."
"Allah Teâlâ akıldan daha
kıymetli ve şerefli bir varlık yaratmamıştır."
4 - İslâmiyet, insanlar arasında
her devirde görülen sınıf farklarını, eşitsizlikleri,
imtiyazları kaldırmış, asıl ve kök bakımından
aralarında hiçbir ayrıcalık olmadığı esasını
getirmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
buyurulur:
"Ey insanlar! Doğrusu
biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık."
(Hucurât: 13).
Peygamberimiz de şöyle buyurmuşlardır:
"İnsanlar Âdem'in oğullarıdır.
Âdem'i de Allah topraktan yaratmıştır."
İslâmiyet, bununla, bütün
insanların aynı ana-babadan geldiklerini; hiç kimsenin doğuştan
üstünlük iddiasında bulunamayacağını ortaya koymuştur.
İslâmiyet, insanları bir
tarağın dişleri gibi hukuk önünde birbirine eşit kabûl
etmiştir. Soy, renk ve dil farkına hiç önem vermemiş;
insana kıymet kazandıran, sair insanlardan üstün kılan
hususun yalnızca kalbindeki Allah korkusu ve îman derecesi olduğunu
belirtmiştir. Peygamber Efendimiz bu hususu, şu şekilde
ifade buyurmuşlardır:
"Ey insanlar! Unutmayınız
ki Rabbiniz bir'dir, babanız bir'dir. Arab'ın Arab olmayana,
Arab olmayanın Arab'a, beyazın siyaha, siyahın beyaza Allah
korkusu ölçüsünden başka hiçbir üstünlüğü yoktur."
Böylece dînimiz, herkesi hukukta eşit
saymış, insanlar arasındaki dünyevî üstünlüklere,
gelip geçici etiketlere önem vermemiş, dış görünüşten
ziyade insanın iç görünüşüne bakmıştır.
5 - İslâmiyet, ruh ile
madde, dünya ile âhiret arasında tam bir denge kurmuştur.
Yahudîlik beden zevklerini ve maddî
faydaları ön plânda tutar. Mensuplarını hırsla dünyaya
bağlanmağa sevkeder. Hıristiyanlık ve Hind dinleri
ise, sadece ruhu geliştirmeye, vücuda eziyetler çektirerek nefsin
arzûlarını zayıflatmaya, dünya hayatını boşlamaya
önem verirler. Buna karşılık İslâmiyet, ruh ile
beden, dünya ile âhiret arasında tam bir denge kurmuş; ne
bedene, ne de ruha ızdırap çektirmeyi esas almıştır.
İkisine de aynı ölçüde değer vermiş; herbirinin
ihtiyaçlarını ayrı ayrı karşılamayı
kabul etmiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de, "Allahım,
bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver" âyeti, İslâm'daki
dünya ve âhiret dengesini en iyi şekilde belirtmektedir.
İslâm, ne dünyaya fazla değer
vererek âhiretin, ne de âhirete ağırlık vererek dünyanın
terkedilmesine izin verir...
Âhiretin dünyada kazanılacağını
söyleyerek, "hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın
ölecekmiş gibi de âhiret için" çalışılmasını
ister...
6 - İslâm'da ruhban sınıfı
yoktur. Herkes dinini gücü nisbetinde kendi öğrenmek zorundadır.
İbâdetleri ifa için, kul ile
Yaratıcı arasında aracılık yapacak, günahları
affettirecek imtiyazlı bir seçkin sınıfa yer yoktur.
7 - İslâm, bütün mânasıyle
ahlâk ve fazîlet dîni olduğu gibi, en yüksek mertebede ilim ve
hakikatın koruyucusudur.
|