İsra
ve Mi’rac mucizesi gerçekleştiği zaman, Mekke’de müşriklerin
zulüm ve işkencelerini zirveye çıkardıkları bir
dönem yaşanıyordu. Peygamberimiz iki büyük hamisini, Hz.
Hatice ve amcası Ebu Talibi kaybetmişti. Taif’e gitmiş,
büyük bir hüsranla dönmüştü. Müşriklerin baskı
ve zulümleri O’na hayat hakkı tanımıyacak seviyeye
ulaşmıştı. İşte Cenab-ı Hak, böyle
tehlikeli ve müşkil bir konuma gelmiş Peygamberini, hem
teselli etmek, hem de azim ve kararlılığını
yenilemek için katına davet etmiş, O’na mucizelerini göstermiş,
hiç üzülmemesini, moralini bozmamasını, bu dinin
sahibinin Allah olduğunda şek ve şüphe etmemesini ve
O’na tevekkül ederek davasını sürdürmesini işaret
etmiştir.
Diğer
yandan fırsat buldukça Peygamberin hayatına kasdeden müşrikler,
fırsat buldukça da O’nunla alay etme yolunu tutuyorlardı.
İsra ve Mi’rac mucizesi karşısında takındıkları
tavır alay etme şeklinde oldu. Peygamberimizi dinleyen Ebu
Cehil "Ey Ka’b b.Lüey oğulları gelin, toplanın
buraya" diye bağırmaya başladı, hadiseyi anlatan
Efendimizle alay etme manasında elini başının üzerine
koyarak diğer müşriklere önderlik etti. Bir kısmı
da koşarak Hz. Ebu Bekir’e gitti ve olayı ona haber verdi.
Hz. Ebu Bekir efendimiz “Bunu O mu söyledi?” diye sordu. Onlar da
“evet” dediler. Bunun üzerine: “Eğer o söylediyse, ben
şehadet ederim ki söyledikleri doğrudur.” cevabını
verdi. Onlar: “Bir gecenin içinde onun Şam diyarına kadar
gidip tekrar sabah olmadan Mekke’ye döndüğüne inanıyor
musun?” dediler. Bu sözlerine karşılık Ebu Bekir
efendimiz: “Evet, ben onun daha uzak ihtimalle bakılan sözlerine
dahi inandım. Ben onun semadan getirdiği haberlere inanmış
kimseyim!” cevabını verdi. Bu sebeble kendisine “Sıddık”
lakabı verildi.
Demek ki bu büyük mucize aynı zamanda gerçek
müminin imanı için bir mihenk taşı olarak da
Efendimiz (as)'a verilmiş bir hediye idi. Çünkü yeni müslüman
olmuş bazı sahabeler, müşriklerin şeytanca kandırmaları
karşısında irtidat etmişler, imanlarını
muhafaza edememişlerdi. Bu gün de zaman zaman müslümanların
karamsar ortamlara sürüklendikleri ve din ve davalarının
hedefe varmasında şüpheye düştükleri bir vakıadır.
İşte Allah'ın güç ve kudretine, kaza ve kaderine
inanan müslümanlar olarak sabır ve azimle çalışmak.
Mi'rac
mucizesinin Kudüs ve Mescid-i Aksa güzergahında cereyan etmiş
olmasında, ayette de belirtildiği gibi, Mescid-i Aksa'nın
faziletine delil vardır. Çünkü Rabbimiz, Mescid-i Aksa'nın
etrafını bereketli, verimli, feyizli ve mübarek kıldığını
haber veriyor.
Mirac,
insanoğlunun acziyyetten, ulviyyete yükselmesi; bir insanın
ibadetle melekler seviyesine ulaşıp, hatta ileri bile geçebilmesinin
ispat edildiği hadisedir. Mirac, dardaki müslümanların
tesellisidir. Dolayısı ile olaylar karşısında
ye'se lüzum yoktur. Nefislerini ıslah edemeyenler, ibadetlerini
yerine getirmeyenler, Miracı anlayamazlar. Miraç gecesinde
hediye edilen, Bakara Suresinin son ayetlerinde ve İsra Suresinde
bildirilen esaslar çerçevesinde bir imana sahip olamayanlar; hele
hele bu gecede farz kılınan beş vakit namazlarını
eda edemeyenler, hem Miraç hediyyelerinden nasip alamazlar, hem de dünya
ve ahiret saadetine eremezler.
Bu duygu ve düşüncelerle,
yeniden Miracı yaşayalım, ibadet ve taatlerimizle
Allah'a ulaşalım, hangi inançdan olursa olsun zulme ve haksızlığa
uğrayan herkesin kurtuluşu için dualar edelim, bilhassa,
İslam coğrafyasında malı, canı, ırz ve
namusu ayaklar altında ezilen kardeşlerimizin tez zamanda
esenliğe kavuşmaları için, Rabbimize yalvaralım.