|
KİTAPLARA
İMAN |
Kitablara İman Deyince Neyi Anlıyoruz?
|
Allah Teâlâ insanlara gönderdiği
Peygamberlerin bir kısmına, birer de kitab indirmiştir.
Bu kitablarda Allah, insanlara emir ve yasaklarını bildirmiş;
onlara iyiyi, güzeli öğretmiş, doğru yolu göstermiştir.
İşte bu kitablara, Allah'ın
kitabları mânasına İlâhî Kitablar denir. Ayrıca
semâvî kitablar, mukaddes kitablar adı da verilir.
İslâm dîni Allah'ın
indirdiği bütün İlâhî Kitablara inanmayı emreder. Bu
îmanın özü şudur:
Her Peygambere vahiy gelmiştir.
Bâzı Peygamberlere gelen vahiyler, bir araya getirilerek müstakil
birer kitab halini almıştır. Kendilerine kitab verilmeyen
peygamberler ise, daha önce indirilmiş olan İlâhî bir kitaba tâbi olmuş, onun hükümlerini,
gönderildikleri insanlara anlatmışlardır.
Kur'an, en son İlâhî Kitabdır.
Son Peygamber Hz. Muhammed'e (asm) indirilmiştir. Kur'an'da çeşitli
peygamberlerden bahsedilmekte ve bu peygamberlerden bâzılarına
kitablar verildiği anlatılmaktadır. Her Müslüman,
Kur'an'a inandığı gibi, Kur'an'ın haber verdiği
bu İlâhî kitablara da inanmalıdır. Bu îman, İslâm'ın
inanç esasları arasında mühim bir yer tutar. Çünkü Kur'an
da, daha önce indirilmiş İlâhî kitablar gibi bir İlâhî
kitabdır. Geçmişteki İlâhî kitablara inanmak Kur'an'a
inanmayı gerektirdiği gibi, Kur'an'a inanmak da geçmişteki
İlâhî kitabların varlığını kabûl etmeyi
icab ettirir.
|
İlâhî Kitablar Kaça Ayrılır, İsimleri
Nelerdir?
|
Kur'an'dan önce indirilmiş
olan İlâhî Kitablar ikiye ayrılır:
1. Küçük kitablar,
2. Büyük
kitablar.
- Kur'an'dan önce indirilmiş
olan küçük kitablara, sahifeler mânasına "Suhuf"
denir. Bunlar, kitab denemeyecek hacimde birkaç formalık kitabcık
veya risaleciklerdir. Hepsi 100 sahifedir.
Kendilerine suhuf verilen
peygamberler: ådem, Şît, İdris ve İbrahim
Peygamberlerdir. Bunlardan ådem Peygambere 10 sahife, Şît
Peygambere 50 sahife, İdris Peygambere 30 sahife ve İbrahim
Peygambere 10 sahife verilmiştir.
Kur'an'ın dışındaki
büyük kitablar üç tanedir. İsimleri: Tevrât, Zebûr ve İncil'dir.
Böylece Kur'an'la birlikte 4 büyük kitab olmuş olur.
Bunlardan Tevrat, Mûsâ
Peygambere, Zebûr Dâvud Peygambere, İncil de İsâ Peygambere
indirilmiştir. Kur'an ise, hepimizin bildiği gibi
Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (asm) indirilmiştir.
|
Diğer İlâhî Kitablarla Kur'an Arasındaki Fark
Nedir?
|
Kur'an'dan önce gelen ve bugün
elde mevcut bulunan İlâhî Kitabların hiçbiri, Allah'ın
peygamberlerine indirdiği semavî kitabların orijinali değildir.
Bunların zamanla asıl nüshaları kaybolmuş, insanlar
tarafından yeniden yazılmışlardır. Bu yüzden
de içlerine hurafeler ve bâtıl inançlar karışmıştır.
Meselâ Tevrat'ın, Hz. Mûsâ'dan sonra uzun asırlar esir ve sürgün
hayatı yaşayan, hattâ bir ara inançlarını bile
kaybedip putperestliğe düşen Yahudiler tarafından
muhafaza edilemediği; bugün elde olan nüshanın Hz. Mûsâ'dan
çok sonra bâzı din adamları tarafından yazıldığı,
fakat Tevrat'ın aslı imiş gibi yeniden din kitabı
olarak kabûl edildiği bilinen tarihî gerçeklerdendir. Böyle
uzun ve karışık bir devreden sonra ortaya çıkarılan
bir kitabın Hz. Mûsâ'ya indirilen Tevrat'ın aynısı
olamıyacağı açıktır. Bu yüzdendir ki, içinde
peygamberlere yakışmayacak isnad ve iftiralar yer almakta;
tevhid dininin ruhuna aykırı düşen hükümler
bulunmaktadır.
Dâvud'a (as) gelen Zebûr da,
Tevrat'ın mâruz kaldığı âkıbetten kurtulamamıştır.
İncil'e gelince, Hz. İsâ
(as) kendisine gelen vahiyleri yazdırmamıştı. Çünkü
30 yaşında peygamber olmuş, 33 yaşında da
peygamberlik vazifesi son bulmuştu. Üç sene gibi kısa bir süre
içinde de köyden köye, şehirden şehire dolaşıp,
halkı irşâd için uğraşmıştı. Son
zamanlarında ise, zaten Yahudîlerin kışkırtmasıyla
Romalı idareciler tarafından sürekli tâkip altında idi.
Bu durumda İncil'i yazdırmak için ne zaman, ne de imkân
bulabilmişti. Nitekim bugün elde mevcut olan İnciller, müelliflerinin
adıyla anılmakta ve içinde Hz. İsâ'nın havârilerine
verdiği vaazlarını, ders ve irşadlarını
ihtiva eden bir siyer kitabı görüntüsünü taşımaktadırlar.
Üstelik de bunları yazanlar Hz. İsâ'nın havârileri
olan ilk mü'minler değil, onları görüp Hz. İsâ'ya
gelen İlâhî sözleri onlardan dinliyenlerdir.
Eldeki mevcut İncillerde bir
takım muhteva ve anlatış farkları görülmektedir.
Aslında bu İnciller, M.S. 325 tarihinde İznik'te toplanan
bin kişilik bir ruhanî konsülün kararı ile kabûl edilmiştir.
Bu hey'et, yüzlerce İncil'i incelemişler, 318 üyenin ittifakı
ile aralarında Hz. İsâ'nın ulûhiyet tarafı olduğunu
ileri süren bugünkü 4 İncil'i kabûl edip diğerlerini yakıp
imha etmişlerdir.
Görüldüğü gibi, Hz. İsâ'nın
(hâşâ) Allah'ın oğlu olduğu prensibi, Hz. İsâ'dan
yıllar sonra bir meclis kararı ile kabûl edilmiştir.
Hattâ bu karara bâzı Hıristiyan kiliseleri uymamışlardır.
Bu bakımdan bugünkü 4 İncil'in, Hz. İsâ'ya indirilen
İncil'in aslına uygun olduğunu söylemek mümkün değildir.
|
Kur'an'ın Dışındaki İlâhî Kitablar
Tahrif Edildiklerine Göre, Bunlara İman Nasıl Olur?
|
Biz Müslümanlar, Hz. Mûsâ, Hz.
Dâvud ve Hz. İsâ aleyhimüsselâm'a Tevrat, Zebûr ve İncil
adını taşıyan İlâhî kitablar gönderildiğine
ve bu kitabların hak ve tevhid dînine aykırı hiçbir hüküm
taşımadığına inanırız. Fakat ne var
ki, bu kitablar sonradan muhafaza edilemeyerek asılları
kaybolmuştur.
Bugün Yahudi ve Hıristiyanların
ellerinde bulunan kitabların içinde, peygamberlere indirilmiş
olan vahiylerden hiçbir şey yoktur diyemeyiz. Fakat, içine hurâfe
ve bâtıl itikadların karıştığı da
bir vâkıadır. Bu sebeble, bu kitablara karşı
ihtiyatlı davranırız. İçinde bulunan Kur'an'a uygun
hükümlerin, vahiy mahsulü olduğunu kabûl ederiz. Kur'an'a zıd
düşen hükümlerin ise, sonradan o kitablara ilâve edildiğine
ihtimal veririz. O kitabların Kur'an'a uygunluk veya zıd düşme
durumu söz konusu olmayan haberlerinde ise, sükût ederiz. Ne kabul,
ne de reddederiz. Çünkü onların vahiy eseri olma ihtimali olduğu
kadar, olmama ihtimali de vardır.
Bu hususta Ebû Hüreyre (ra)
şöyle demiştir:
"Ehl-i Kitab, Tevrat'ı
İbranice (metni) ile okurlar, Arab diliyle de Müslümanlara tefsir
ederlerdi. Bu hususta Resûlüllah (asm) ashabına şöyle
buyurdu:
- Siz ehl-i kitabın sözlerini
ne tasdik, ne de tekzib ediniz. Ancak deyiniz ki:
"Biz Allah'a, bize indirilen
Kur'an'a; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yâkub ve
torunlarına indirilenlere; Mûsa'ya ve İsâ'ya verilenlere ve
(bütün) peygamberlere Rabları katından gönderilen (kitab ve
âyetler)'e îman ettik. Onlardan hiçbirini (kimine inanmak, kimini inkâr
etmek suretiyle) diğerlerinden ayırdetmeyiz. Biz (Allah'a)
teslim olmuş Müslümanlarız." (Bakara: 136)."
|
Kur'an Tahriften Nasıl Uzak Kalmıştır?
|
Allah'ın son mukaddes kitabı,
bütün insanlığa İlâhî fermanı olan Kur'an, 23
senede âyet âyet, sûre sûre nâzil olmuştur. Peygamber
Efendimiz kendisine nâzil olan âyet ve sûreleri yanında bulunan
sahâbelerine okur, sahâbeler de onu ezber ederler, bir kısmı
da yazardı. Bundan ayrı olarak, Peygamber Efendimizin vahiy kâtipleri
vardı. Bunlar nâzil olan âyetleri ve sûreleri özel olarak
yazmakla vazifeli idiler. Gelen âyet ve sûrenin nerede yer alacağı,
Kur'an'ın neresine gireceği de bizzat Peygamberimize Cebrâil
(as) vasıtasıyla bildiriliyor, o da vahiy kâtiplerine tarif
ederek, gerekeni yaptırıyordu. Böylece Hz. Peygamberin sağlığında
Kur'an'ın tamamı yazılmış, nereye neyin gireceği
belli olmuştur. Ayrıca Cebrâil (as) her Ramazanda gelir, o güne
kadar nâzil olmuş âyet ve sûreleri Peygamberimize yeni baştan
okurdu. Efendimizin vefatından evvelki son Ramazanda Hz. Cibrîl
yine gelmiş, ancak bu sefer Kur'an'ı Peygamberimizle iki sefer
okumuşlardı. Birinci sefer Hz. Cibrîl okumuş,
Peygamberimiz dinlemiş; ikinci seferde ise Peygamberimiz okumuş,
Hz. Cibrîl dinlemişti. Böylece Kur'an, son şeklini almıştı.
Bununla beraber, Hz. Peygamber'in
sağlığında Kur'an, henüz müstakil bir cilt hâlinde
bir araya toplanmış da değildi. Sayfalar halinde Sahâbeler
arasında dağınık olarak bulunuyor, hâfızalarda
ezberlenmiş halde duruyordu. Fakat neyin nereye gireceği gayet
kesin ve net şekilde bilinmekteydi.
Nihayet Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti
zamanında görülen lüzum üzerine Zeyd bin Sâbit'in başkanlığında
vahiy kâtiplerinden ve kuvvetli hâfızlardan müteşekkil bir
komisyon kuruldu. Kur'an'ın bir cilt hâlinde bir araya toplanma işi,
bu komisyona havale edildi. Ashabdan herkes, elinde yazılı
bulunan Kur'an sayfalarını getirip bu komisyona teslim
ettiler. Hâfızların ve vahiy kâtiplerinin elbirliği ile
çalışmaları sonunda sayfalar, sûre ve âyetler
Peygamberimizin tarif ettiği şekilde yerli yerine kondu. Böylece
Kur'an, Mushaf adıyla tek kitab hâline getirilmiş oldu.
Artık Kur'an için unutulma,
kaybolma, tahrif ve tebdile uğrama diye bir şey söz konusu
olamazdı. Zira aslı, Hz. Peygambere gelen şekliyle eksiksiz ve noksansız şekilde
tesbit edilmişti.
Hz. Osman zamanında görülen
lüzum üzerine, bu Mushaftan yeni nüshalar çoğaltılıp
çeşitli memleketlere gönderildi.
Bugün elde mevcut olan Kur'an'lar,
işte bu Kur'an'dan çoğaltılmıştır.
Kur'an tesbit edilişindeki sağlamlık
itibariyle, diğer İlâhî Kitablardan farklı olarak, hiçbir
tahrifat ve değişikliğe uğramadan vahiy mahsulü
olan şekliyle tesbit edilip ortaya konmuş; 1400 senedir de
muhafaza edilerek gelmiştir. Bunda, Kur'an'ın edebî îcaz ve
İ'câzının, yani, ezberleme kolaylığının,
hiçbir insan sözüne benzememesinin ve söz olarak hiçbir taklidinin
yapılamamasının, edebiyat ve belâgatına erişilememesinin
ve zaptında a'zamî titizlik gösterilmesinin büyük rolü olduğu
kesindir. Fakat asıl sebeb, Kur'an'ı Cenâb-ı Hakk'ın
hıfz ve himayesine alması, onu kıyâmete kadar lâfız
ve mânâ bakımından bir mu'cize olarak devam ettirmeyi taahhüd
etmesidir. Nitekim Kur'an'da şöyle buyurulur:
"Muhakkak ki bu Kur'an'ı
biz indirdik ve onu koruyacak, muhafaza edecek, devam ettirecek de
biziz..." (Hicr: 9).
Bugün yeryüzündeki bütün
Kur'an'lar aynıdır. Hiçbir farklılık ve değişiklik
yoktur. Ayrıca milyonlarca hâfızın ezberinde bulunmakta,
her an milyonlarca dil ile kırâet edilip okunmaktadır. Bu özellik,
Kur'an'dan başka herhangi bir beşerî kitaba nasîb olmadığı
gibi, semavî kitablardan hiçbirine dahi nasib olmamıştır.
Allah'ın son kelâmı, hükmü kıyâmete kadar geçerli
ezelî fermanı olan Kur'an'ın, böyle eşsiz bir makam ve
ulvî bir şerefe nail olması da, elbette zarurî ve lüzumludur.
|
Kur'ân-ı Kerîm Niçin Arabça Olarak Gelmiştir?
|
"Kur'ân-ı Kerîm'in Arapça
gelmiş olmasındaki sebeb ve hikmetler cümlesinden şu
kadarını söylemek yerinde olur ki: Arabça, fiil çekimleri,
şahıs zamirleri ve kelime türeyişleri ile fevkalâde
zengin ve kıvrak bir dil olmak özelliğine ilâveten, her türlü
mâna kaymalarına ve yanlış anlamalara karşı
son derece sağlam bir ifade kudret ve kabiliyetine de sâhiptir. Bu
bakımdan İngilizce ve Fransızca gibi en gelişmiş
diller de dahil, yeryüzünde hâlen hiçbir dil, Arabça ile boy ölçüşebilecek
ifade gücüne sahip değildir. İşte birçok bilginler,
Kur'ân-ı Kerîm'in Arab dili ile gelmiş olmasını büyük
ölçüde Arabçanın bu özelliği ile açıklar ve ondaki
ifade gücüne bağlarlar.
Fakat onların da
dikkatlerinden kaçmış olan çok önemli bir husus daha vardır
ki, o da; Arabçanın en fonetik (telâffuzu en kolay) bir dil olmasıdır.
Çünkü Arabça, sadece dört sesli harf kullanır. Dünya dilleri
arasında en az sesli harf kullanan bir dil olması bakımından
da dünyanın en kolay telâffuz edilebilen bir dilidir. Çünkü
bir dilin telâffuzundaki zorluk, o dildeki sesli harflerin
çokluğu ile ölçülür. Bilindiği gibi Türkçede sekiz
sesli harf vardır. İngilizce ve Fransızca'da sesli
harflerin sayısı 10'ün üstündedir. Diğer dünya
dilleri de yedi, sekiz sesliden daha az değildir. Halbuki Arabça'da
(A, E, İ ve U) olmak üzere yalnız dört sesli harf vardır,
bunlar da, hemen hemen bütün dillerde bulunan ve en çok kullanılan
seslilerdir. Bu itibarla bir Arab, başka bir dili öğrenmek ve
iyi konuşabilmek için aslında kendi ana dilinde olmayan bâzı
sesleri de öğrenmek ve kendini bu seslere alıştırmak
zorundadır. Halbuki aslen Arab olmayan biri, Arabçadaki seslere
intibak bakımından hiçbir zorlukla karşı karşıya
kalmayacaktır. Çünkü zaten Arabçadaki sesler, kendi dilinde de
en çok kullanılan ana seslerdir.
Kur'an-ı Kerîm'in namazda aslından
okunması lüzumu ve bunun Arab olmayan diğer Müslümanlar için
de bir farz olduğu düşünülürse, Kur'an'ın Arabça
olması ile diğer Müslüman milletlere nasıl bir kolaylık
sağlandığı ve İslâmiyetin neden cihanşümûl
bir din olduğu daha iyi anlaşılmış olur. Böylece
Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerîm'i Arabça indirmekle, sadece anlaşılmak
bakımından da en fazla kolaylık sağlayan bir dil seçmiştir:
Çünkü, "Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez..."
(Bakara: 186).
|
Konu İle İlgili Tavsiye Linkler
|
|