|
ÂHİRET
GÜNÜNE
İMAN |
Âhiret gün, bu dünyanın ömrü
tükendikten sonra yeniden başlayacak ve sonsuza kadar devam edecek
olan zamandır. Bu zamanın başlangıcı, kıyamet
dediğimiz dünya hayatının sonudur.
|
Âhiret Gününde
Olacak İşler Nelerdir?
|
İnsanların yeniden
dirilmeleri (haşir), hesap, sual, mîzan, sırat köprüsünden
geçiş, cennet ve cehenneme giriş, bunların hepsi âhiret
günü olacak, insanın başına gelecek işlerdir.
|
Âhiret Gününe
İman Ne Demektir?
|
Kıyâmetin kopmasından
sonra başlıyacak zamana âhiret günü dendiğine göre,
âhirete îman; her şey gibi dünyanın da ömrünün biteceğine,
sonra bir başka şekle gireceğine, insanların tekrar
dirilip kabirlerinden kalkacağına, dünyada yaptıklarından
dolayı hesaba çekileceklerine, amel defterlerinin ellerine
verileceğine, sırat köprüsünden geçileceğine,
iyilerin cennete, kötülerin cehenneme gireceğine inanmak
demektir.
|
Âhiret Gününe
İmanın İnsan Hayatı Üzerindeki Te'sirleri Nelerdir?
|
Âhiret gününe ve bu günde
olacak hâdiselere inanmanın, îman esasları içinde hususî
ve mühim bir yeri vardır. Kur'an-ı Kerîm'de îman esasları
çok defa "Allah'a ve âhiret gününe îman" olarak özetlenir.
Allah'ın kudret ve irâdesi
ile yaratılan insan, bu dünyada az veya çok yaşadıktan
sonra ölecek, bedeni çürüyerek toprak olacaktır. Fakat insanın
cevherini, hakikî varlığını ve üstün cihetini teşkîl
eden ruh, maddî olmadığı için yaşamaya devam
edecektir.
İnsanı ilk defa yoktan vâr
eden Allah, onun cismini kıyâmet günü tekrar yaratacak, ruhunu
ona döndürerek tekrar diriltecek, bu dünyada yaptıklarından
hesaba çekip ceza ve mükâfatını verecektir.
Onun için insanın, dünya
hayatına inandığı ve oradaki saadetine çalıştığı
gibi, âhiret hayatına da inanması ve oradaki mutluluğu için
de çalışması gerekir. Aslında bu dünya bir deneme
yeri, bir imtihan salonu ve âhiretin ekin mahallidir. Burada ne
ekilirse, orada o biçilecektir. Bu sebeble âhiret hayatı, dünya
hayatının gayesidir. İnsan dünyası için çalıştığı
gibi, ebedî hayat yeri olan âhireti için, oradaki saadet ve mutluluğu
için de çalışmalıdır.
Bu ise onun âhirete inanarak
Allah'ın emirlerine uyması, yasaklarından
kaçması, hayırlı işleri yapması, böylece
Rabbinin rızasını kazanması, yani, tam bir İslâmî
hayat yaşaması ile mümkündür.
Peygamberimiz bu bakımdan
"Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın hemen ölecekmiş
gibi âhiret için çalışınız" buyurmuştur.
Âhirete îmanın önemini bu
şekilde belirttikten sonra, insan hayatı üzerindeki
te'sirlerini de şu şekilde özetleyebiliriz:
Yüce Allah'a ve ebediyet ülkesi
ahirete îman, insanların ümidlerini yenilemek, acılarını
hafifletmek ve karşılaştığı zorlukları
yenmekte en büyük yardımcıdır.
Çünkü böyle bir îmana sâhip
olan bir kimse, bütün musibetlere sabırla karşılık
verir, başına gelen felâketler karşısında ümidsizliğe
düşmeden, o engelleri aşmaya şevkle ve ümidle çalışır.
Âhirete îman, insanı iki
güzel vasfa sâhip kılar:
1. Bollukta, verdiği nimetler
için Allah'a şükretmek,
2. Darlıkta ise, hâline
sabretmek ve Rabbine isyân etmemek...
Allah'a ve âhirete îman, insanı
daima iyilik ve hayır işlemeye, şerden ve kötülüklerden
kaçınmaya, ahlâk ve fazilet ile zinetlenmeye, Allah'tan korkarak
her işinde O'nun koyduğu İlâhî ölçülere uymaya da
sevkeder.
Böyle bir îman sâhibi, hiçbir işinde
doğruluktan ayrılmaz. Her şey'i zamanında ve
eksiksiz yapar. Nefsine, ailesine, çevresine, vatan ve milletine, hattâ
insanlığa karşı dürüst hareket eder. Onlara samimî
olarak sevgi ve şefkat göstermeyi, faydalı olmayı,
hizmet edebilmeyi kendine hayat düsturu bilir.
Hak ve adaletten de ayrılmaz,
kimseye zulmetmez. Zengin olmak istese, kötü yollara sapmaz, hile
yapmaz, kimseyi aldatmaz. Malını daima hayırlı ve
faydalı işlere sarfeder. Kendi hakkını bilir, başkalarının
da hukukunu gözetir. Fakir ve düşkünlere yardım elini
uzatmaktan zevk duyar. Kendisi için sevdiğini mü'min kardeşi
için de sever. Çünkü o, ceza ve mükâfat günü olan âhirete kesin
olarak inanmakta, bu dünyada yapılan işlerin orada hesabının
verileceğini bilmekte, her hareketini bu esasa göre ayarlamaktadır.
Bu esas, ferd ve cem'iyetin hayatını düzenleyen, sulh ve
huzuru te'min eden çok önemli bir faktördür.
|
Kıyâmet Nedir?
|
Her şey'in bir ölümü olduğu
gibi, dünyanın da bir ölümü vardır. Er veya geç, bir gün
mutlaka bu dünyanın, yer ve göklerin düzeni bozulacak, yerde ve
gökte olanlar hep ölecektir. İşte buna Kıyâmet denir.
Allah'ın emri ile İsrâfil
(as) Sûr'a üfleyince yer ve gök yerinden oynayacak, herşey altüst
olacaktır. Kıyâmetin zelzelesi öyle dehşet ve korku
verici olacaktır ki, o gün herkes kendinden geçecek,
sersemleyecek, yer yerinden oynayacaktır. Dağlar pamuk gibi atılacak,
göktekiler darmadağın olacak, dünyayı
ışığı ile aydınlatan güneş kararıp
dökülecek, denizler kaynayıp birbirine karışacak,
yerlerin altındakiler hep açığa çıkacak, kısacası,
yerlerin ve göklerin düzeni tamamıyla bozulup herşey harâb
olacaktır.
Kıyâmetin kopacağı,
bütün dinlerin ve semavî kitabların beyanları ile sâbit
olduğu gibi, aklen ve ilmen dahi sâbittir. Bugün dünyanın
ve kâinatın yıkılıp harâb olması hususunda
pek çok ilmî teoriler ortaya konulmuş, kesin hesaplarla er veya
geç bir gün kâinatın sonu geleceği ve kıyâmetin
kopacağı ispatlanmıştır. Bunlardan bir tanesine
temas edelim:
Fizikçiler ve astronomlar, kâinatın
entropisinin devamlı arttığını bildiriyorlar.
Hareket olan yerde, çevrenin entropisi artar. Bu artış bir
maksimumdan geçer ve nihayet artış miktarı sıfır
olur. İşte o anda, bütün hareket durur. Bu ise kâinatın
sonu demektir.
|
Öldükten Sonra
Dirilme Ne Demektir?
|
Kıyâmet koptuktan sonra her
şey yok olacak, hiçbir canlı kalmayacak, yalnız Allah bâki
kalacaktır. Bu yokluk bir müddet devam ettikten sonra, Allah,
İsrâfil'e Sûr'a ikinci defa üflemesini emredecek; Sûr'a üfürülmesini
müteâkip de insanların cisim ve bedenlerini yeniden yaratıp
ruhları o bedenlere geri gönderecek, böylece ölüleri ihya edip
diriltmiş olacaktır.
Bütün semavî dinler, bu inanç
esasında müttefiktirler. Kur'an'da şöyle buyurulur:
"Kendi yaratılışını
unutup, 'bu çürümüş kemikleri kim diriltecek', diyerek bize
misal getirene de ki: 'Onu birinci defa kim yoktan vâr etti ise, işte
yine O diriltecektir." (Yâ-sîn: 78-79).
Bu âyet, dirilmenin mümkün, hattâ
ilk yaratılışa göre daha kolay olduğunu anlatmaktadır.
Şu âyetler de aynı mânâyı
te'yid etmektedir:
"Biz ilk yaratışta
acz mi gösterdik ki, ikinci yaratışta acze düşelim? Hayır,
onlar yeni yaratılıştan şübhe içindedirler."
"Bir de şöyle dediler:
'Biz, kemik ve toz yığını olduğumuz vakit mi,
gerçekten biz mi, yeni bir yaratılışla diriltileceğiz.'
(Ey Resûlüm onlara) söyle; 'İster taş, ister demir olsun,
yahut gönlünüzde büyüyen (dağlar
ve gökler gibi kuvvetli) herhangi bir yaratık olsun, muhakkak öldürülecek
ve dirileceksiniz'. Onlar şöyle diyeceklerdir: 'O halde, öldükten
sonra bizi kim diriltip geri çevirecek?' Sen de ki: 'Sizi ilk defa
yaratmış olan kudret sâhibi Allah diriltecek...'" (İsrâ:
49-51).
"Onlar: 'Allah ölen
kimseyi diriltemez' diye en kuvvetli yeminlerle Allah'a yemîn ettiler.
Hayır, bu ölüleri diriltmek Allah üzerine gerçekleşen bir
vaaddir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Nahl:
38)
"Yağmur rahmetinin
önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen O Allah'tır.
Nihayet bu rüzgârlar buhar ile yüklü, ağır ağır
bulutları yüklendiği zaman, bakarsın ki biz, onları
ölmüş (kurumuş) memleketere sevketmişizdir. Böylece o
bulutla, o yere su indiririz de o su ile her çeşit meyveleri çıkarırız.
İşte bu ölü araziden bitkileri (nebatatı) çıkardığımız
gibi, ölüleri de böyle çıkaracağız (dirilteceğiz).
Gerektir ki, düşünür ve ibret alırsınız"
(A'râf: 57).
Kur'an'da haşirden bahseden âyetler,
hep şu husus üzerinde dururlar: "Yoktan vâr etmeye, koskoca
kâinatı yaratmaya ve kuruyan ölü toprağı canlandırıp
yeşertmeye kadir olan Hak Teâlâ, hiç şübhesiz ölerek
toprak olan insan bedenini de yeniden diriltmeye, ruhunu bedenine iade
etmeye kadirdir."
Görüldüğü gibi, Kur'an'da
haşirden bahseden âyetlerde esas maksad, haşrin nasıl
olacağını izah etmek değil, haşrin mümkün
olacağını isbattır. åyetlerde haşrin nasıl
olacağının sarih olarak zikredilmemesi, Kelâm ve İlâhiyat
âlimleri arasında fikir ayrılıklarına yol açmıştır.
Münâkaşa, bilhassa haşrin sadece ruhen mi olacağı,
yoksa cismanî yani ruh ve beden birlikte mi gerçekleşeceği
hususu üzerinde toplanmaktadır.
Ehl-i Sünnet îtikadı, haşrin
cismanî olacağı üzerindedir. Haşrin cismânî oluş
hikmeti şu şekilde îzah edilmiştir:
"Cisim dediğimiz madde,
kendi âleminde yeknesak (monoton) bir durumda değildir. Biz,
uzayda yer kaplayan ve ağırlığı olan her şey'e
madde diyoruz, ama havaya göre su, suya göre de toprak daha sert ve
daha katı bir cisimdir. Seyyareler arasını ve bütün
uzayı dolduran, eskilerin havadan daha lâtif bir cisim olduğuna
inandıkları ve esir dedikleri şey, eğer bir madde
ise (çünkü esirin bir takım enerji dalgaları olduğu söyleniyor)
hava buna göre çok katı bir cisim sayılır. Bütün
madde cinsleri arasında çeşitli madenlerden meydana gelmiş
olan toprak, Allah'ın Kudret, Hâlikıyet ve Rubûbiyet sırrına
hepsinden fazla mazhar olmuştur. Bitkilerin hayatına menşe'
olan toprak, Allah'ın en üstün mahlûku olan insan hayatına
da sahne olmuştur. Böylece toprak, kendinden daha lâtif olan sâir
madde cinslerinden daha çok İlâhî lütfa ermiştir. Yani,
maddenin en katısı, en üstün durumdadır.
İnsanın mânevî hayata yükselmesine
yardım eden duyu organları da maddî unsurlardır. Gözünü
kaybeden, şekil ve renklerin güzelliğinden, kulağı
işitmeyen de ses ve nağmelerdeki âhengin zevkinden mahrum
kalacaktır. Güzel kokudan alınan tad, güzel sesten alınan
tada göre daha maddî, yemek ve içmekten alınan lezzet de şekil
ve renklerden aldığımız hazza göre daha maddî sayılır.
Duyu organlarının sağlam ve sıhhatli olması, düşünceye
güzel ve işe yarar malzeme hazırlar. Hasta duyular yanlış
idrâklere, yanlış idrâkler de hatâlı düşüncelere
yol açarlar. Sağlam ve sıhhatli bir düşünce, mânevî
hayatın temel unsurlarından biridir. Görüldüğü gibi
insanın mânevî hayata yükselebilmesi, maddî duyulardaki kuvvet
ve hassasiyete bağlı kalmaktadır. İnsanın maddî
duyulardan ve kuvvetlerden tecrîd edilmesi, onun mânevî hayatta sür'atle
yükselmesini te'min edecek yerde, mânevî hayata geçişi tamamen
imkânsız kılmaktadır. İnsan vücudu, ruhu Allah'a götürecek
bir enerji deposudur ve maddîdir. Bu sebeble de, maddenin ruha zıd
ve düşman bir şey olmayıp, ona zemin hazırlayıp
destekleyen ve tamamlayan bir vasat olduğunu söyleyebiliriz. åhiret
hayatının cismen de mümkün olduğunu gösteren canlı
misaller vardır. Bu dünya hayatı, ruh ile cismin müşterek
bir hayatı değil midir?"
(Emin Işık, Kur'an'ın
Getirdiği).
|
İnsan Ölünce Vücudunun Çürüyüp Toprak Olduğunu
Biliyoruz. O Hâlde Cismanî Haşir Nasıl Gerçekleşecektir?
|
Bu hususta Peygamber Efendimiz
şu açıklamayı yapmışlardır:
"Bütün ådemoğullarını
toprak yiyecektir. Ancak insanın "acbüzzeneb" denilen
uzvu bundan müstesnadır. İnsanoğlu ondan yaratılmıştır,
yine ondan terkip olunarak vücûda gelecektir."
Hadîsin ifadesine göre, her
insanda acbüzzeneb denen çürüyüp kaybolmayan temel bir parçacık
vardır. O parçacık, tıpkı çekirdek ve tohum
gibidir. Ağaç nasıl çekirdek üzerine inşa ediliyorsa,
insan vücudu da acbüzzeneb tohumu üzerine inşa edilecektir. Bu
ilk yaratılışta böyle olduğu gibi, diriltilişte
de böyle olacaktır. Acbüzzeneb üzerine terekküb eden insan
bedenine ruh iade edilecek, böylece o insan, ruh ve cesediyle birlikte
diriltilmiş, yeniden yaratılmış olacaktır. Bu
hususu, Bediüzzaman şu şekilde ifade etmiştir:
"Nebâtâtın tohumları
gibi acbü'z-zeneb denilen bir kısım zerreler, insanın
tohumu hükmünde olup, haşirde o zerreler üzerine beden-i insanî,
neşv ü nemâ ile teşekkül eder." (İşârâtü'l-İ'câz).
|
Mahşer Nedir?
|
Mahşer, dirilen insanların kabirlerinden kalkıp
toplanacakları yerdir. İnsanlar bu meydanda sual ve cevaba çekilecek,
amel defterleri kendilerine verilecek, amelleri mizana vurulup tartıldıktan
sonra Sırat denilen ince bir köprüden geçilecek,
neticede ya Cennete veya Cehenneme girilecektir.
|
Hesab Nedir?
|
İnsanların dirildikten
sonra, dünyada yaptıklarının hesabını Allah'a
vermeleri, bu hususta sorgu ve suale çekilmeleri demektir.
Her insan iyi olsun, kötü olsun dünyada
yaptığı her şey'i ikrar ve itiraf edecektir. El,
ayak, göz, kulak gibi bütün organlar "ben şunu yaptım,
ben bunu yaptım" diyecek; yapılan her iş ortaya dökülecektir.
İşte o zaman herkes kendi derdine düşecek, kimsede
kimseyi düşünecek hâl kalmayacaktır.
|
Defter-i A'mâl Nedir?
|
Her insanın dünyada yaptığı
iyi veya kötü işlerin yazıldığı defterdir.
İnsanda Kirâmen Kâtibîn adı verilen iki melek bu işle
görevlidir. Mahşer günü hesaba çekilirken meleklerin yazdıkları
bu defterler, insanın eline verilecektir. "Al, kitâbını
oku" denecektir. Eğer defterde kötü ameller çoksa, defter,
sâhibinin sol eline; eğer iyi ameller çoksa, sağ eline
verilecektir. Defteri kendisine soldan verilen büyük bir feryâd ve
figan koparıp dehşetli bir pişmanlık içine düşerken,
sağ eline alanlar da, büyük bir sevinç ve mutluluk duyacaktır.
|
Mizan Nedir?
|
Mahşerde herkesin amellerini
tartmaya mahsus bir adalet ölçüsüdür. Bununla amellerin iyilik ve kötülük
miktarı ölçülür.
Cenâb-ı Hak Mizan'da amelleri
tarttığı zaman iyiliklerin kötülüklere, sevabların
günahlara galibiyeti veya mağlûbiyetine göre hüküm verecektir.
Hem kötülük ve günahların sebebleri çok, yapılmaları
kolay olduğu için, bâzan kulunun razı olduğu iyi bir
amelinden dolayı, çok kötülük ve günahlarını
afvedecektir... Bu hususta Peygamberimizden pek çok hadîs-i şerîf
rivayet edilmiştir. Bunlardan biri de şudur:
"Birisi Mekke yolunda giderken
ansızın susuzluğu artar. Hemen yol üstünde rastladığı
bir kuyuya iner, suyundan kana kana içerek tekrar yukarı çıkar.
Kuyu başında bir köpek ile karşılaşır.
Hayvan susuzluktan dilini çıkarıp solumakta, toprağın
rutubetli kısımlarını yalamaktadır. Bu yolcu
kendi kendine, 'Bana erişen susuzluk gibi, bu hayvana da susuzluk
ârız olmuş; su bulamazsa ölecek zavallı,' diye düşünür
ve hayvana acır. Kuyuya tekrar iner, ayakkabısının içine
su doldurur. İçi su dolu ayakkabıyı ağzıyla
tutarak kuyudan dışarı çıkarır. Suyu böylece
köpeğe içirir.
İşte onun bu iyi
hareketinden dolayı, Allah o kulundan razı olmuş, onu
meleklerine karşı medhetmiş ve bütün günahlarını
bağışlayarak Cennetine koymuştur..."
Bâzı rivâyetlerde, köpeğe
su veren kimsenin, "fâhişe" bir kadın olduğu
da kayıtlıdır.
Mü'minler, birbirleriyle olan münasebet
ve muamelelerinde, Allah'ın Mizan-ı Ekber'deki bu adalet düsturuna
uygun hareket etmelidir.
Eğer bir adamın
iyilikleri fenalıklarına kemmiyeten veya keyfiyeten fazla
gelse, o adamın sevgi ve hürmete lâyık olduğu
unutulmamalıdır.
|
Sırat Nedir?
|
Cehennem üzerine kurulmuş, üzerinden
geçilmesi pek zor bulunan bir köprüdür. Bu köprüden, herkes işlediği
iyi amellerin çokluğuna ve îmanının kuvvet ve nuruna göre
geçer.
Kâfirler ve kötü amel sahibi mü'minler,
bu köprüyü geçemeyip Cehennem'in içine düşeceklerdir. Kâfirler
orada ebedî olarak kalırken, günahkâr mü'minler ise, cezalarını
çekip tekrar Cennet'e gireceklerdir. Peygamberimiz bu hususu şu
şekilde ifade buyurmuşlardır:
"Sırat köprüsünü geçmek,
herkesin îman nuruna bağlıdır. Kimi göz açıp
yumuncaya kadar, kimisi şimşek, kimisi bulut, kimisi yıldız
akması, kimisi koşu meydanında seğirten at gibi sırat
köprüsünü geçerler."
|
Cennet Nedir?
|
Hâtır ve hayâle gelmeyen
maddî ve mânevî nimetlerle dolu olan ve el'an mevcut bulunan, 8
tabakaya ayrılmış ebedî bir mükâfat yeridir. Mü'minler
Cennette pek çok nimetlere kavuşacaklardır. Bu nimetlerin en
büyüğü Cenâb-ı Hakk'ı görmek ve cemâlini seyretmek
nimeti olacaktır. Bu nimetin cennetteki diğer bütün
nimetlerden daha tatlı, kıymetli ve zevkli olduğu
rivayetlerde gelmiştir.
|
Cehennem Nedir?
|
Bütünüyle kâfirler için yaratılmış,
muvakkaten günahkâr mü'minlerin de içine gireceği, 7 tabakaya
ayrılmış sonsuz azab yeridir.
"Her dinde mükâfat ve mücâzat
fikri vardır. Cennet ve Cehennem hakikatı, bu fikrin müşahhas
şekilde ifadesidir. Zira din, insanlar içindir. Mükâfat ve mücâzat
ise, insanın hamurunda var olan birer histir. İnsan gönlünden,
bu hisleri kazıyıp atmak mümkün değildir. Kudret eli
insanı, hazzı sever ve elemden kaçar tıynette yaratmıştır.
Mükâfat insandaki hazzı arama meylinin, mücâzat da elemden kaçma
yaratılışının cevabıdır.
Kaldı ki dindarların yüksek
tabakaları, dinî vazifelerini yerine getirirken asla mükâfat ve
mücâzat kaygısı içinde değildirler. Yüksek seviyeli
bir dindar için, iyilik ve adalet, Allah'ın emridir. Bunu yerine
getirmek ise, sırf kulun Hâlikına kulluk vazifesidir. Zulüm
ve kötülük de, Allah'ın yasak ettiği hareketlerdir.
Bunlardan kaçınmak da yine kulluk vazifesidir. Yüksek seviyeli
dindar; zâhid ve müttekîdir, ibâdetlerini sırf livechillâh
yapar. Kıldığı namazın, tuttuğu orucun,
verdiği sadakanın mükâfatını beklemez ve bunu aklına
bile getirmez.
Fakat bu zühd ve takvâ derecesi
herkesten beklenemez. Dindarların kalabalık kitlesini teşkil
eden halk tabakaları için, mükâfat ve mücâzat fikri zarurîdir.
Çünkü bu fikir, yaratılışta mevcut derin bir his hâlinde
insanın hamurunda vardır. İnsan, tıynet ve tabiatı
itibariyle mükâfata meyleder ve mücâzattan kaçar. Dindeki Cennet ve
Cehennem akîdesi insanoğlunun bu fıtrî yapısına
cevab verir." (Ali Fuad Başgil)
"Cennet ve Cehennem, şecere-i
hilkatten ebede doğru uzanıp giden iki daldan tezahür eden
iki semeredir ve kâinatın teselsülen gelmekte olan silsilelerinin
iki neticesidir ve ebede doğru akıp giden kâinat seylinin iki
mahzeni ve iki havuzudur. Evet, Cenâb-ı Hak, gayr-ı mütenâhî
hikmetler için bu âlemi imtihana sahne yaptı; yine sonsuz
hikmetler için tegayyürata,
tehavvülâta, inkılâblara mahal olmasını irâde etti;
ve yine, hayır ile şerri, nef' ile zararı, hüsün ile
kubhu, hulâsa, iyilikle kötülüğü karışık bir
şekilde Cennet ve Cehenneme tohum olmak üzere kâinatın
şu mezraasına serpti.
Evet, madem ki bu âlem, nev'-i beşerin
imtihan meydanıdır ve müsâbaka yeridir; iyilikle kötülüğün
birbirinden tefrik edilemiyecek derecede muhtelit ve karışık
olmaları lâzımdır ki, insanların dereceleri tezahür
etsin. İmtihan ve tecrübe zamanları bittikten sonra, kötü
insanlar:
"Ey mücrimler! (günahkârlar)
Bir tarafa çekiliniz." (Yâsîn: 59) diye olan tüy ürpertici,
sâikavâri, şiddetli emr-i İlâhîye mâruz kalacakları
gibi; iyi insanlar da
"Dâimî kalmak üzere
Cennete giriniz" (Zümer: 73) diye olan Cenâb-ı Hakkın
mün'imâne, şefîkane, lütufkârane emirlerine mazhar olacaklardır.
İnsanlar bu iki kısma ayrıldıktan sonra, kâinat da
tasfiye ameliyatına uğrayacak. Kötülüğü, şerri,
zararı tevlid eden maddelerin bir tarafa çekilmesiyle Cehennemin;
iyiliği, hayrı, nef'i doğuran maddelerin de diğer
tarafa çekilmesiyle Cennetin techizatları ikmâl
edilecektir."
(Bediüzzaman, İşârâtü'l-İ'câz,
159 - 160)
|
Havz-ı Kevser Nedir?
|
Mahşer günü Allah Teâlâ'nın
Peygamberimize ihsan buyurduğu gayet büyük bir havuzdur. Suyu pek
tatlı, berrak, ferahlatıcıdır. Sâlih mü'minler bu
sudan içecek, mahşerin dehşetinden meydana gelen
hararetlerini bununla gidereceklerdir.
|
Şefâat Nedir?
|
Âhiret günü
bir kısım günahkâr mü'minlerin afvedilmesi ve itâatli mü'minlerin
de daha yüksek mertebelere ermeleri için, Peygamberimizin ve diğer
büyük zâtların Allah Teâlâ'dan niyâz ve istirhamda bulunmalarıdır.
Peygamberimiz (asm), sair
peygamberlere verilmemiş büyük bir şefâatin sâhibidir. Bu
büyük şefâatini, Mahşer günü insanlara ait muhakeme ve
muhasebenin bir an evvel yapılıp insanların mahşerin
dehşetinden bir an önce kurtulmalarını te'min yolunda
kullanacaktır.
Onun bu şefâatine "Şefâat-i
uzma" denir. Ve Peygamberimizin hâiz olduğu bu büyük
imtiyaz ve yüksek şefâat makamına ise, "Makam-ı
Mahmûd" adı verilir.
Peygamberimizin (asm) bütün
insanlığı alâkadar eden bu büyük şefâatinden ayrı,
ümmeti hakkında hususî şefâatleri de olacaktır.
|
Konu İle İlgili Tavsiye Linkler
|
|