Allah yolunda canını feyda eden bir
müslümana şehid denir.
Şehidlik, İslâm'da en büyük
mertebedir. Şehidlerin Allah katında kadir ve kıymetleri pek yücedir.
Âhirette en büyük rütbenin Peygamberlikten sonra şehidlik olduğu
belirtilmiştir. Bunun içindir ki, şehidlerin üzerlerinde bulunan kul
hakkından başka bütün günah ve kusurları Allah tarafından
afvedilmektedir.
Âyet-i Kerîme'de şehidlerle ilgili
şöyle buyurulur:
"Sakın Allah yolunda öldürülenleri
ölüler sanma! Doğrusu onlar Rableri katında diridirler ve Cennet
meyvelerinden rızıklandırılırlar. Onlar Allah'ın kendilerine verdiği
ihsandan (şehidlik rütbesinden) dolayı neş'eli haldedirler." (Âl-i
İmrân, 169-170).
"Allah yolunda öldürülmüş olanlar
için ölüler demeyiniz. Belki onlar diridirler. Fakat siz anlamazsınız."
(el-Bakare, 154).
Hadîs-i şerîflerde ise şöyle
buyurulur:
"Cennete giren hiçbir kimse,
dünyadaki her şey'in kendisinin olması karşılığında dünyaya dönmek
istemez. Yalnız şehid olan, kavuştuğu şehidlik rütbe ve nimetlerinden
dolayı dünyaya dönüp 10 kere daha öldürülmeyi temenni eder..."
Böyle büyük ve ulvî makam ve yüce
rütbeye her müslüman kavuşmayı cân ü gönülden arzu eder, bütün
varlığıyla Allah'tan temenni ve niyazda bulunur. Ancak kalbinde küfür ve
nifak bulunanlardır ki, böyle _ğ_ kadarını okusun.__İ- 383
yüce bir nailiyete kavuşmak azim ve
şevkinde bulunmazlar. Hadîs-i şerîf'te şöyle buyurulur:
"Şehâdete nailiyeti Allah Teâlâ'dan
sıdk ile isteyen kimseyi, Allah şehidler mertebesine ulaştırır. Velev ki
döşeğinde vefat etsin."
Allah'ın rahmetinin genişliği ne
kadar büyük...
Şehidler Kaça Ayrılır
Şehidler 3'e ayrılır:
1 - Dünya ve âhiret itibariyle
şehid (şehîd-i kâmil).
2 - Sadece âhiret itibariyle şehid
(şehîd-i uhrevî).
3 - Sadece dünya itibariyle şehid
(şehîd-i hükmî; şehîd-i dünyevî).
Şehîd-i Kâmil Kime Denir?
Hem dünya hem de âhiret itibariyle
şehid sayılan kimselere, şehîd-i kâmil denir. Bunlar muharebede
öldürülenler, yahut âsiler, eşkıyalar, anarşistler veya evinde hırsızlar
tarafından gadren ve zulen öldürülen kimselerdir.
Bir müslümanın şehîd-i kâmil
sayılabilmesi için 6 şart lâzımdır:
1 - Müslüman olmak.
2 - Akıllı olmak.
3 - Bâliğ olmak.
4 - Cünüp olmamak, hayız ve nifas
hâlinde bulunmamak.
5 - Vurulmanın akabinde hemen ölmüş
olmak.
Vurulduktan sonra, ölmeden önce,
yeyip içer, tedavi görürse, vurulduğu yerden başka tarafa taşınırsa veya
üzerinden bir namaz vakti geçecek kadar yaşarsa, kâmil şehidlik
kısmından çıkar. Uhrevî şehîd olur.
6 - Öldürülmüş olmasından dolayı,
öldüren kimseye kısas icab etmek. Yani, kasden öldürülmüş olmak. Hatâen
öldürülme durumlarında, katile kısas vâcib olmadığı için, maktûl şehîd-i
kâmil kısmına girmez.
Şehîd-i kâmiller, yıkanmadan kanlı
elbiseleri ile gömülürler.
Hz. Ömer ile Hz. Ali'de bu
şartlardan biri bulunmadığı için yıkandılar; Hz. Osman ise, yıkanmadan
gömüldü.
Şehîd-i Uhrevî Kime Denir?
Dünya itibariyle şehid sayılmayan,
yani, yıkanıp kefenlenmiş olarak gömülen, fakat âhirette şehid muamelesi
gören kimselere şehîd-i uhrevî denir.
Şehîd-i kâmil olmanın şartlarından
birini kaybeden kimseler, bu kısma girerler. Bundan başka şu kimseler de
âhiret şehîdi sayılır:
* Suda boğulanlar.
* Ateşte yananlar.
* Enkaz altında
kalanlar._k_andırılırlar. Onl__İ- 384
* Veba gibi bulaşıcı bir
hastalıktan ölenler.
* Sıtma gibi ateşli hastalıktan
ölenler.
* İlim yolunda ölenler.
* Ciğer hastalıklarından ölenler.
* Doğum sırasında veya lohusa iken
ölen kadınlar.
* Baş ağrısından ölenler.
* Karın ağrısından ölenler.
* Ailesinin nafakasını helâlinden
kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler.
* Cuma gecesi ölenler.
* Gurbet ilde vefat edenler.
* Akrep, yılan sokması gibi
sebeblerle vefat edenler...
* Şehîd-i Hükmî Veya Şehîd-i
Dünyevî Kime Denir?
Bunlar münafıklardır.
Bunların kalblerinde bulunan nifak
emaresini sadece Cenâb-ı Hak bildiği için, dünya itibariyle şehid
muamelesi yapılır. Çünkü bunlar, dış görünüşleri itibariyle
müslümanlardırlar, fakat kalbleri itibariyle kâfir...
Şehidlerle İlgili Bâzı Hadîs-i
Şerîfler
"Malını müdafaada katlolunan
şehiddir, ırz ve nâmusunu müdafaa ederken öldürülen şehiddir, nefsini
müdafaada öldürülen şehiddir..."
"Şehidleri kanları ile sarın. Zira
Allah yolunda açılan bir yara kıyâmet günü mahşere geldikte, o yara,
rengi kan rengi, kokusu misk kokusu olarak kanar..."
"Şehidler cennetin kapısında,
nehrin parlak zinetinde, yeşil çadırdadır. Sabah - akşam rızıkları
Cennetten onlara gelir."
"Ma'rûfu emr ve münkeri nehiyden
dolayı katledilen şehiddir."
"Kim Cuma günü vefat ederse
şehiddir."
"Kim hayvanından düşüp ölürse o
kimse şehiddir."
"Suda boğulan şehiddir, ateşte
yanarak ölen şehiddir, gurbette garip ölen şehiddir, zehirli hayvan
sokmasından ölen şehiddir, karın ağrısından ölenler şehiddir, bina
yıkılıp altında kalarak ölen şehiddir, evinin üstünden (damdan) düşerek
boynu kırılıp ölen şehiddir, üzerine büyük taş düşüp ölen şehiddir..."
"Din kardeşini müdafaada katlolunan
şehiddir, mâsum olan komşusunu savunurken öldürülen de şehiddir..."
"Şehidin borçtan başka bütün
günahları mağfiret olunur." (Müslim)
Bâzı âlimler denizde şehid olmanın,
kul borcuna dahi keffaret olacağını ileri sürmüşlerdir.
"Şehid, ehl-i beytinden (aile ve
akrabasından) 70 kişiye şefaat eder, şefaati kabûl edilir." (Ebû Dâvud,
Tirmizî).
"Kıyâmet gününde 3 sınıf şefaat
edecek: Peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler..."
OKUMA PARÇASI
BİR ŞEHİDİN
MEKTUBU!
Dünyada geniş yankılar uyandıran
Kıbrıs harekâtı, Mehmetçiğin göğsündeki sarsılmaz imânın bir nişanesi
olan tüyler ürpertici sahnelerle doludur. Bunlardan birisini, Kıbrıs'ta
çarpışan ve Kocaeli'nin Gölcük ilçesine bağlı Ulaşlı köyünde oturan
Muammer Gökalp'in ağzından dinleyeceğiz.
Yazı ile ilgili röportaj,
Karamürsel Ekspres Gazetesi yazarı ERDOĞAN ÖZDEMİR tarafından yapılmış
ve Muammer Gökalp'ın ifadeleriyle Zafer Dergisine gönderilmiştir.
Muammer Gökalp anlatıyor: "Askerlik
görevimi yaptığım Gaziantep'deki 49. Piyade Alayı, Kıbrıs Barış
Harekâtı'nda ilk çıkartmaya katıldı. Birliğimize, düşman kuvvetlerinin
kümelendiği Beşparmak Dağları'nın ele geçirilmesi emri verilmişti. Yoğun
bir ateş yağmuru altında savaşıyor ve şehidler veriyorduk. Hiç unutmam,
Ağrı'lı İsa Aslan adında bir arkadaşım taarruz sırasında kullandığı 76
kiloluk yakın destek topunu "Ya Allah!" diyerek tek başına omuzladı ve
bir günde çıkabildiğimiz yokuşu bir solukta tırmandı. Normalde mümkün
görülmeyen bu hâdise Cenâb-ı Hakk'ın ne büyük yardımlarına mazhar
olduğumuzu açıkça gösteriyordu. Zira bu taarruzda en ufak bir hata,
kesinlikle ölüm demekti.
İşte bu taarruz sırasında, daha
önce hiç görmediğim bir asker, siperde yanıma yaklaştı ve cebinden
çıkardığı mektubu bana uzatarak "Türkiye'ye döndüğünde bu mektubu
üzerindeki adrese bırakırsın," dedi. Şaşırmıştım. İkimiz de savaşın
içindeydik ve kimin sağ kalacağı belli değildi. Ben, moral vermek
gayesiyle, "İnşâallah ikimiz de döneceğiz," dedim. Asker, "Ben dönemem,
ama sen döneceksin," karşılığını verdi. Bu arada mektubu almam için
ısrar ediyordu. Emrivâkisi karşısında şaşkınlığım daha da arttı. "Bu
adam benim döneceğimi, kendisinin kalacağını nereden biliyor," diye
düşündüm ve dayanamayarak mektubunu aldım. Tabii savaş hâli... askeri
bir daha görmedim. Tam teçhizatlı ve silâhlı olan bu asker, bildiğim
kadarıyla bizim birliğin askeri değildi. Çarpışmalar sırasında
bacağımdan yaralandım, ama gene taarruza katıldım ve bir yıl sonra
terhis olup Ulaşlı'ya döndüm. Mektubu unutmuştum. Bir gün bavulumu
karıştırırken emanet mektup gözüme ilişti. Ertesi günü mektubu yerine
ulaştırmak için İstanbul'a gittim. Üzerindeki adrese göre ev Aksaray'da
idi. Evi buldum. Bu arada "mektubu veren asker belki dönmüştür," diye
düşünüyordum. Kapıyı çaldım. Yaşlı bir kadın kapıyı açtı. Mektup
zarfında yazılı adresi sordum. "Burası," dedi. Mektubu kendisine
uzatarak, "Bu mektubu oğlunuz Kıbrıs'dan gönderdi", dedim. "Bilmem belki
kendisi de gelmiştir." Kadın büyük bir şaşkınlık içinde beni içeriye
dâvet ederken "Bizim Kıbrıs'ta çarpışan oğlumuz yok," dedi. İyice
şaşırmıştım. Biraz sonra kadının eşi de yanımıza geldi. Hâdiseyi ona da
anlattım. Yaşlı adam birşey söylemeden yanımdan ayrıldı ve biraz sonra
bir fotoğraf albümüyle birlikte geldi. Albümü açtı ve üç gencin birlikte
çektirmiş olduğu fotoğrafın ortasındaki delikanlıyı göstererek:
"- Size mektubu veren bu muydu?"
diye sordu.
Resme baktım.
"- Evet buydu..." dedim. Gayet iyi
hatırlıyorum.
Kadın hıçkırarak ağlamaya
başlamıştı. Yaşlı adam: "Resimdeki genç, oğlumdu, dedi. Ama 35 yıl önce,
Kore'de şehid düşmüştü" (*).
Kendimi evden dışarı zor attım. Ve
o hâdiseyi bir türlü unutamıyorum."