Ramazan orucunun, dünyevî ve
uhrevî, ferdî ve içtimaî pek çok faydaları vardır. Biz burada bu
faydalardan sadece mühim birkaçına işaret edeceğiz:
Orucun, İlâhî Nimetlerin Şükrüne
Bakan Faydası:
Cenâb-ı Hak, yeryüzünde insanların
istifadesine sunmuş olduğu hesapsız nimetleri için, fiyat ve karşılık
olarak, onlardan sadece şükür istemektedir. Şükür ise, bütün nimetleri
Allah'tan bilmek, o nimetlere hakikî ihtiyacını hissedip kıymetini tam
takdir etmekle olur.
İşte Ramazan orucu, hakikî, hâlis,
çok büyük ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Zira başka vakitler çok kişi,
hakikî açlık duymadığı için, pek çok nimetlerin kıymetini takdir edemez.
O nimetlere ne derece ihtiyacı olduğunu hakkıyla hissedip bilemez.
Halbuki iftar vaktinde hakikî açlığın verdiği iştahla, kuru bir ekmeğin
bile ne kadar kıymetli bir nimet olduğu yakînen hissedilir. En
zengininden en fakîrine kadar her mü'min, nimetlere ihtiyacını hissedip
değerini anlamakta mânen bir nevi şükre mazhar olur.
Hem oruçlu herkes, yemeden içmeden
uzak kalma mecburiyeti cihetiyle, nimetlerin hakiki sâhip ve mâlikini de
idrâk eder. Nimeti nimet bilir ve o nimeti vereni düşünür. Bu cihetle de
mânen bir nevi şükür vazifesini yerine getirmiş olur.
Orucun İçtimaî Hayata Bakan Faydası
İnsanlar, maişet ve geçim yönünden
aynı seviyede yaratılmamış; fakir, zengin, orta halli gibi bâzı
sınıflara ayrılmıştır. Cenâb-ı Hak, maişetteki bu farklılık sebebiyle,
zenginleri fakirlerin yardımına dâvet etmektedir. Tâ ki zenginle fakir
arasında büyük bir yaşayış farkı meydana gelmesin. Fakirler de zenginler
gibi insanca bir yaşayışa, zarurî ihtiyaçlarını te'min edebileceği
normal bir hayat seviyesine kavuşsun...
Cem'iyette sınıflar arasında gerçek
bir yardımlaşma ve dayanışmanın te'sis edilmesi büyük bir zarurettir.
Aksi takdirde fakirlerde zengine karşı kin ve hased, zenginlerde ise
fakire karşı küçümseme ve hakkını gasbetme duyguları gelişir ki, bunun
sonucu olarak da toplumun huzur ve saadeti kaybolur, âsâyiş ve iç
güvenliği tehlikeye düşer. Demek ki huzurlu bir cem'iyet yapısına
kavuşmak için, sınıflar arasındaki uçurumların doldurulması, zenginle
fakir arasında tam bir yardımlaşmanın temini ve karşılıklı hürmet,
merhamet ve sevgi bağlarının te'sisi şarttır.
Zenginlerin ve imkân sahiplerinin,
fakir-fukaranın yardımına koşması ise, ancak onların acınacak hallerini
ve açlıklarını, imkânsızlıklarını yakînen bilmeleri, bir nebze olsun
yaşamaları ve hissetmeleri ile mümkündür. Bu da en iyi şekilde oruçla
gerçekleşir.
Orucun, Nefsin Terbiyesine Bakan
Faydası
İnsan nefsi, kendisini hür ve
serbest ister, kendisine hiç karışanı olmadan, dilediği tarzda hareket
etmeyi fıtrî olarak arzular. Mahiyetindeki âcizlik ve zayıflığı, kusur
ve hatâları hiçbir vakit görmeye yanaşmaz. Hadsiz nimetlerle beslenip
yaşatıldığını, terbiye olunduğunu asla düşünmek istemez. Üstelik, servet
ve iktidarı da varsa, gaflet içinde, ilâhî nimetleri, gâsıbâne ve
hırsızcasına hayvan gibi tutar. Âdeta demirden bir vücudu, ölümsüz bir
hayatı varmış, gibi bütün varlığıyla dünyaya sarılır, birçok kötü ahlâk
ve günahlar içinde yuvarlanıp gider.
İşte Ramazan-ı şerîf'te tutulan
oruç, en zengininden en fakirine, en gafilinden en mütemerridine kadar
herkese, nefsinin gerçek mahiyetini gösterir. Hiç kimsenin kendi nefsine
mâlik olmadığını; Allah'ın izni ve emri olmadan hiçbir şey
yapılamayacağını hatırlatır. Oruç sayesinde nefsin ne derece zayıf ve
âciz olduğu, demirden sanılan vücudun ise, ne kadar çürük ve dayanıksız
bulunduğu bütün çıplaklığıyla ortaya çıkar. Nefsinin gerçek mahiyetini
bu şekilde görüp idrâk eden insan, artık başıboşluğu, serseriliği,
nefsine itimat ve gururu bir tarafa bırakarak hakikî vazifesi olan şükür
ve kulluk görevini omuzlarına yüklenip; kötü ahlâktan, günah ve
sefahetlerden vazgeçer.
Orucun, Nefsin Fir'avunluk Damarını Kırmasına Bakan
Faydası
İnsandaki nefs-i emmâre, Rabbini
tanımak, O'nun emirlerine boyun eğmek istemez. Fir'avn gibi, bizzat
kendisi rablık ve ilâhlık dâvasında bulunur. Nefsin bu damarını açlıktan
başka hiçbir şekilde kırmak mümkün değildir.
İşte Ramazan orucu, doğrudan
doğruya nefsin fir'avunluk cephesine darbe vurup kırar; ona za'fını ve
fakrını hissettirerek Allah'ın âciz bir kulu olduğunu bildirir.
Rivayete göre, Cenâb-ı Hak nefse:
- Ben kimim, sen kimsin? diye
sormuş. Nefis de:
- Ben benim, sen sensin! diye cevab
vermiş. Bunun üzerine Allah ona azab vermiş, Cehenneme atmış, sonra yine
sormuş:
- Ben kimim, sen kimsin?
Nefsin cevabı aynı olmuş:
- Ben benim, sen sensin!
Hangi azâbı verdiyse, nefis gurur
ve enaniyetinden vazgeçmemiş. Nihayet uzun süre aç bırakarak bir nevi
oruç tutturmuş, sonra tekrar sormuş:
- Ben kimim, sen kimsin?
Nefis bu sefer şu cevabı vermiş:
- Sen benim Rabb-i Rahîmimsin,
bense senin âciz bir kulun...
Orucun, Kur'ân-ı Kerîm'in Nüzûlüne Bakan Faydası
Oruç ayı olan Ramazan ayı, Kur'ân-ı
Hakîmin Resûl-i Ekrem'e (asm) indirilmeye başlandığı mübarek bir aydır.
İlâhî vahyin ilk lemeân etmeye, hidâyet nurlarını saçmaya başladığı
böyle ulvi ve yüce bir aya, insanların ne çok hürmet etmeleri gerektiği
ve bu İlâhî hâtırayı kalb ve gönüllerinde devamlı olarak yaşatmalarının
ne derece zaruret olduğu apaçık ortadadır.
İşte, oruç ibâdetinin bu ayda farz
kılınmasının bir hikmeti de budur.
Oruç ibâdeti, Kur'ân'ın ruhu ve
dâvetiyle, hedef ve gayesiyle ve indirilmesindeki İlâhî hikmetle son
derece mütenasibdir. Kur'an bizatihî hidâyet ve nurdur. İnsanları takvâ
ve merhamete, adâlet ve eşitliğe, iyi muamele ve muaşerete, doğruluğa,
ihlâsa, nefsin hile ve desiselerinden temizlenmeye teşvik eder. Oruç ve
onun hikmeti de böyledir. Çünkü oruç da insanları doğruluğa, ihlâsa,
iyiliğe, nefis terbiyesine, merhamete yöneltir. Nefsi sabra, güçlük ve
meşakkatlere katlanmaya, karşılaşılacak her türlü zorlukları yenmek ve
engelleri aşmak için gereken dikkat ve metanete sevk eder.
Kısacası, oruç, Kur'an ayı olan
Ramazan ayına en lâyık bir ibâdettir ve Kur'ân-ı Kerîm'in nüzûlünün
sene-i devriyesini tes'îd ve ihyâ mahiyetinde büyük bir mânevî
festivaldir.
Orucun, İnsanın Uhrevî Kazancına Bakan Faydası
İnsanoğlu bu dünyaya, âhireti için
ziraat ve ticaret etmeye gelmiştir. Oruç ayı olan Ramazan-ı Şerîf ise,
insanın bu uhrevî ticaret ve ziraati için en bereketli bir zamandır.
Çünkü Ramazan-ı şerîf'te işlenen amellerin sevabı bire bindir. Kur'ân-ı
Hakîm'in herbir harfinin sevabı, hadîslerin bildirdiğine göre, on hasene
iken, Ramazan-ı şerîf'te herbir harfin sevabı on değil bin ve
Âyete'l-Kürsî gibi bâzı âyetlerin herbir harfi binler ve Ramazan-ı
şerîfin Cumalarında daha fazla olur. Ve Kadir gecesinde de 30 bine kadar
çıkar.
Bu bakımdan Ramazan-ı şerîf, âhiret
ticareti için, çok kârlı bir pazar; uhrevî hâsılat için gayet bereketli
bir zemindir. Cenâb-ı Hakkın Rububiyet saltanatına karşı, beşerî
ubudiyetin resmî geçiş yaptığı parlak ve kudsî bir bayram hükmündedir.
Gerçekten de Ramazan-ı şerîf, bu
fâni dünyada, fâni ömür içinde, kısa bir hayatta, bâkî bir ömür ve uzun
bir hayatı kazanmaya en büyük vesiledir.
İşte böyle kudsî bir bayram veya
kârlı bir pazarda, insanın oruç tutmak suretiyle yemek, içmek gibi süflî
meşguliyetlerini, nefsin heves ve zevklerini muvakkaten terk etmesi ne
derece lüzumlu, fıtrî, tam yerinde bir vazife olduğunu artık siz
düşününüz...
Orucun Beden Sağlığına Bakan Faydaları
Orucun beden sağlığına yaptığı
müsbet te'sir ve faydaları şöylece sıralayabiliriz:
* Oruç, sıhhatın anahtarıdır. Bir
yıl çeşitli yemeklerle ve içilen meşrubatla yorulan, yıpranan sindirim
organlarımıza dinlenme, toparlanma, güç ve kuvvet kazanma imkânları
hazırlar. Devamlı çalışan bir makinanın muayyen zamanlarda nasıl bakıma
ihtiyacı var ise, bunun gibi yorulan sindirim organlarımızın da hiç
olmazsa senede bir ay dinlenmeye ve bakıma ihtiyacı vardır. Bunu da en
iyi şekilde oruç ibâdeti yapmaktadır.
* Oruç vücudun açlığa, susuzluğa
karşı mukavemetini de arttırır. İnsana dayanıklılık ve tahammül gücü
kazandırır.
* Oruç ömrü de uzatır. Çünkü o,
sıhhatın devamını ve gençlik çağının uzamasını te'min edebilir. Uzun
yaşayan bir hasta, tıp nazarında uzun ömürlü sayılmaz. Uzun ömür,
vücûdun dinç ve sağlam kalması demektir.
Oruç, aynı zamanda, çalışan
kimseler için sıhhat ve rahatlık kaynağıdır. Çünkü orucun verdiği
hafiflik ve rahatlık sâyesinde iç organlarımız yediğimiz günlere
nisbetle çok daha rahat çalışırlar. Bu rahat çalışma, bütün bedenimizde
bir hafiflik ve zindelik meydana getirir. Ramazan günlerinde kendimizi
kuş gibi hafif hissedişimizin sebebi, orucun verdiği bu zindeliktir.
Oruçlu olan kimse, günde iki defa
yemek yer: Birisi iftarda, diğeri de sahurda. Bugün modern tıbbın
öngördüğü yaşama tarzında da yemek öğünü ikidir. Çünkü ikiden fazla
yemek öğünleri, hem bedenimize zarar vermekte, hem de zaman kaybına
sebeb olmaktadır. Öğle yemeği te'siriyle vücudumuz kuvvetini ve
canlılığını kaybeder, tenbelleşip uyuşur. Böyle bir bedenle işe
başladığımızda randıman yarı yarıya düşecektir. Halbuki mide boş iken,
beden daima hafif kalır. Çalışmasına aynı âhenkle devam eder.
Aslında, iftar ve sahurda aşırı
yemek, mideyi tıkabasa doldurmak da doğru değildir. Çünkü o takdirde
beden ve ruha dinlenme, rahatlama imkânı, vücut fabrikasına yıllık bakım
ve tamir fırsatı verilmemiş, oruçtan beklenen netice ve fayda da te'min
edilememiş olur.
Orucun vücut sağlığı açısından
taşıdığı önemi Peygamberimiz hadîs-i şerîflerinde şu şekilde beyan
buyurmuşlardır:
"Oruç tutun! Vücudunuz sağlam (ve
sıhhatli) olsun."
"Her şey'in bir zekâtı vardır.
Vücudun zekâtı da oruçtur."
Yani, zekâtı vermek, nasıl malı ve
malın pisliğini giderip temizliyorsa, oruç da vücudu temizleyip
vücuttaki zehirleri, fazlalıkları bertaraf eder; insanı hastalıklardan
kurtarır.
Orucun Ruh Sağlığına Bakan
Faydaları
Orucun, insanın ruh sağlığına ve
mânevî hayatına verdiği bâzı faydaları şöylece sıralayabiliriz:
* Oruç, insan için maddî bir perhiz
olduğu kadar mânevî bir perhizdir de... Çünkü insan nefsi, yeme, içme
konusunda dilediği şekilde hareket ettikçe, kişinin beden sağlığına
zarar verdiği gibi helâl-haram demeyip rastgelen şey'e saldırmak ve
bulduğunu yutmakla da mânevî hayatını zehirler, ruh sağlığını tehlikeye
düşürür. Artık kalb ve ruhun emrettiklerini yapmak, gösterdiği yolda
gitmek, o nefse zor gelir. İnsanı kendi istediği, canının çektiği
istikamete doğru sürükleyip götürmeye başlar.
İşte Ramazan-ı şerîf'te oruç
vasıtasıyla, nefis, bir nevi perhiz ve riyazete alışır ve emir dinlemeyi
öğrenir. İlâhî emre boyun eğerek helâl işleri bile terk ettiğinden,
haramlardan çekinmek hususunda da tam bir meleke ve kabiliyet kazanır.
Böylelikle bedenî olduğu kadar mânevî ve ruhî sıhhat ve âfiyete de
kavuşur.
* İnsan midesi, vücuttaki bütün
duygu ve cihazlarla alâkalı bir şekilde yaratılmıştır. Âdeta mide büyük
bir fabrika, vücuttaki bütün duygu ve cihazlar da o fabrikanın hademesi,
işçisi, yardımcısı hükmündedir. Bu mide fabrikası, bütün sene boyunca
hiç tatil ettirilmeden çalıştırılırsa, nefis, mideye yardımcı durumunda
olan bütün duygu ve cihazları, devamlı mide ile meşgul ettirir; onların
kendilerine mahsus ibâdetlerini ve ulvî vazifelerini insana unutturur.
İnsanoğlu sanki dünyaya sadece yiyip içmek için gelmiş gibi, kalbi,
ruhu, aklı, fikri ve sair bütün duyguları ile midenin ihtiyacını te'min,
rızkını bulmak için seferber olur. Bütün duygularıyla midesini düşünür
hâle gelmesi ise, insanı mânen alçaltır, hayvancasına bir hayatın sâhibi
kılar.
İşte Ramazan-ı şerîf orucuyla, her
müslüman, bu dünyadaki vazifesinin, sırf mideyi beslemek onun
ihtiyaçlarını te'min etmek olmadığını anlar. Her bir duygu ve cihazını,
kendine mahsus ibâdet ve ulvî vazifelerinde istihdam eder. Bu sebeble,
Ramazan-ı şerîf'te mü'minler, derecelerine göre, ayrı ayrı nurlara,
feyizlere, mânevî sevinçlere mazhar olurlar. Kalb ve ruh, akıl ve sır
gibi lâtifeler, o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakki ve
tefeyyüzde bulunur. Midenin ağlamasına bedel, sair duygular mâsumâne
gülerler...