Oruç tutmak, İslâm'ın dayandığı 5
temel esastan birisidir. Aynı zamanda, İslâm şeâirlerinin de
büyüklerindendir. Medine'de hicretten 1.5 yıl sonra, Şaban ayının 10.
günü farz kılınmıştır. Farziyyeti, Kitab, Sünnet ve İcma' ile sâbittir.
Kur'an'da şöyle buyurulmaktadır:
"Ey îman edenler! Sizden evvelki
(ümmet)lere borç olarak yazıldığı (farz kılındığı) gibi, sizin üzerinize
de Oruç tutmak yazıldı (farz kılındı)." (el-Bakare, 183).
Oruç da namaz gibi bedenî
ibâdettir. Bu ibâdetin en başta gelen özelliği, insanları kötülüklerden
alıkoyması, nefsin azgın istek ve arzûlarını gemlemesidir. Hadîs-i
şerîf'te şöyle buyurulur:
"Oruç bir kalkandır (oruçluyu
beşerî ihtiraslardan, kötülüklerden korur). Oruçlu kimse, cahillik edip
kötü söz söylemesin. Oruçlu, kendisiyle dövüşmek, itişip dalaşmak
isteyen kimseye, sadece 'ben oruçluyum' desin."
Orucun insanı kötü meyillerden
koruması sebebiyledir ki, Resûlüllah Efendimiz bekâr gençlere, şehevî
hislerin baskısından kurtulmak için oruç tutmalarını tavsiye etmiştir.
Orucun şehevî duyguları teskîn ettiği, bugün ilmen de kabûl edilen bir
gerçektir.
Oruç ayı geldiği zaman cem'iyette
suç işleme nisbetinde umumiyetle bir düşüş görülür. kötülükler asgarî
hadde iner. Buna mukabil hayır-hasenat çoğalır. Ferdler arasında candan
bir kaynaşma ve muhabbet hâsıl olur. Karşılıklı yardımlaşma, dayanışma
artar. Orucun bu içtimaî te'sirinin sebebini Resûlüllah Efendimiz şu
hadîs-i şerîfleriyle beyan buyurmuşlardır:
"Oruç ayı Ramazan geldiğinde,
Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır ve bütün şeytanlar da
zincire vurulur."
Orucun Allah katındaki büyük değer
ve kıymeti, bir hadîs-i kudsîde şöyle belirtilir:
"İnsanoğlunun işlediği her hayır ve
ibâdet(te) kendisi için (bir haz ve menfaat endişesi var)dır. Fakat oruç
böyle değildir. Oruç sırf Benim rızam için edilen bir ibâdettir. Onun
mükâfatını da Ben veririm."
Diğer bir hadîs-i kudsîde ise şöyle
buyurulur:
"Her iyiliğe karşı, 10 mislinden
700 misline kadar mükâfat vardır. Ancak orucun mükâfatı bu ölçünün
dışındadır. Çünkü o Benim içindir. Onun mükâfatını ancak Ben veririm."
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, her
hayır ve ibâdet için 10 haseneden 700 haseneye kadar belli bir sevab
takdir edildiği halde, oruç için sevab miktarı hudutsuz tutulmuştur.
Onun mükâfatını takdir etmeyi de, Allah Teâlâ meleklerine bırakmayıp
kendi Zât-ı Akdesine saklamıştır. Bu yüzden mü'minler kıyâmet günü,
tutmuş oldukları oruca karşılık, hiç ummadıkları miktarda büyük sevablar
ile karşılaşabileceklerdir. Resûlüllah Efendimiz bu hususa şu şekilde
işaret buyurmuşlardır:
"Oruçlunun iki sevinci vardır:
Birisi, iftar vaktindeki (oruç açmak) sevinci; diğeri, Rabbine kavuştuğu
zamanki orucu(nun mükâfatı) ile sevincidir."
Oruç tutan kimselerin nâil
oldukları yüksek fazilet ve şerefli mevkie bâzı hadîslerde şu şekilde
işâret buyurulur:
"Cennette Reyyan denilen bir kapı
vardır. Bu kapıdan kıyâmet gününde (Cennete) yalnız oruçlular girerler.
Onlardan başka hiçbir kimse giremez. (Kıyâmet gününde) "Oruçlular
nerede?" diye nidâ edilir. Oruçlular kalkıp girerler. Oruçlular
girdikten sonra da kapı kapanır, artık hiç kimse o kapıdan içeri
giremez."
"Allah'a yemin ederim ki, oruçlu
ağzın açlık kokusu, Allah katında, misk kokusundan daha hoş, temiz ve
daha sevimlidir."
"Üç kimsenin duası reddolunmaz:
1 - İftar edinceye kadar oruçlunun,
2 - Adaletli devlet reisinin,
3 - Mazlumun." |