Namaz Nedir, İnsan
İçin Ne Mânâ ve Ehemmiyeti Vardır?
"Namaz Dînin Direğidir."
(Hadîs-i şerîf meâli)
Namaz, muayyen vakitlerde hususî
hareket ve okuyuşlarla yerine getirilen bir ibâdettir.
Namaz, İslâm'ın îmandan
sonra gelen en mühim emridir; dînin direği ve Müslümanlığın
temel taşıdır. Namaz, îmanın alâmetlerindendir.
Namaz, kul ile Allah arasında
yüksek bir nisbet, ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir.
Namaz, Allah'ın kudretini
idrâk eden ve büyüklüğü karşısında hayranlık
duyan insanın, bu hürmet ve hayranlığını
en münasip söz ve hareketlerle dile getirmesidir. Yahut da aynı
hareketleri tekrarlamak suretiyle bu hürmet ve hayranlık
duygularını kuvvetlendirmesidir.
Namaz, kulun günde 5 defa
Yaradanın huzuruna çıkması, divanında durması
demektir. Bu yüce divanda, arada hiçbir vasıta olmadan her türlü
dilek ve ihtiyacını, kul, bizzat Allah'a arzeder, O'na sığınır,
yalnızca O'ndan yardım diler. Böylece Peygamberimizin,
Mi'rac'da gerçekleşen Allah ile mülâkatı hâdisesi,
namaz içinde sembolik olarak yaşanmış olur. Bu sırra
işaret için, Peygamberimiz, "Namaz mü'minin mi'râcıdır"
buyurmuştur.
Namaz mahlûkatın bütün
ibâdet şekillerini bir araya toplayan özlü bir ibâdettir.
Kur'ân-ı Kerîm'in ifadesine
göre, kâinattaki bütün mahlûkat Allah Teâlâ'yı, devamlı
olarak zikir ve tesbih etmektedir:
"Hiçbir şey yoktur ki
Allah'ı tesbih etmesin [Allah'ı zikretmesin ve Allah'a ibâdet
etmesin]. Fakat siz onların bu tesbih [ve ibâdetlerini] anlayamazsınız."
(el-İsrâ: 44).
Yeryüzünde insan dışındaki
canlılara baktığımız zaman esas olarak üç
şekilde görürüz:
Dik olarak ayakta duranlar:
Bitkilerin çoğunluğu ile iki ayaklı hayvanlar gibi.
Yarı ayakta, yani, eğik
olarak duranlar: Dört ayaklı hayvanlar gibi.
Yerde sürünenler: Sürüngen
hayvanlarla bâzı bitki çeşitleri gibi.
Bu saydığımız
mahlûklar, yukarıdaki âyetin ifade ettiği ibâdetlerini,
bulundukları şekilleriyle yapmaktadırlar. Fakat insan oğlu
namaz kıldığı zaman, bu mahlûkların ayrı
ayrı olan ibâdet şekillerini namazı içinde birleştirmektedir.
Nitekim, namazın bir kısmı ayakta (kıyam), bir kısmı
yarı ayakta, eğilerek (rükû') ve bir kısmı da
yerde (secde) yapılmaktadır. Bu da göstermektedir ki, namaz,
Allah'a ibadet şekillerinin hepsini kendinde toplayan en mükemmel
ibâdet hâlidir.
Melekler de, diğer varlıklar
gibi, yalnız bir şekil ile Allah'a ibâdet ederler. Bu da
yukarıda belirttiğimiz gibi ya kıyam, ya rükû' ya da
secde hâlinde bir ibâdettir. İnsan ise yüksek yaratılışı
icabı olarak meleklerin ibâdet şekillerini de kendi ibâdeti
içinde birleştirerek Allah'a kulluk vazifesinde bulunmaktadır.
Namaz, Allah'ın yüce
şânını ve sonsuz kudretini terennüm eden en güzel
şekil ve kelimelerden meydana gelmiştir:
Namazın içinde, tekbir,
tevhid, tesbih, medh ü senâ, hamd, şükür, hürmet, tevazu',
tazarru' ve niyaz, bütün mü'minlere hayır dua Peygamberimize salât
ü selâm bulunmaktadır.
Kur'an okumak başlı başına
bir ibâdettir. Namazda bir miktar da Kur'an okunmaktadır.
Mü'minlerin birbirleri ile selâmlaşmaları
ayrı bir ibâdettir. Namaz sonunda selâm da vardır.
Yine İslâm'a göre tefekkür
büyük ibâdetlerden biridir. Cemaatla kılınan namazlarda mü'minler
Allah'ın kudretini düşünme imkânına sâhip olurlar.
Namaz içinde yemeyi, içmeyi terk
gibi oruca ait yasaklar bulunduğundan, namazda oruc da mevcuttur.
Namazın zekât ve hacc ile de
alâkası vardır. Çünkü namaz, vücudun ve ömrün zekâtıdır.
Namazda kıbleye dönülmesi ise, hacca bir işâret ve nümûnedir.
Görüldüğü gibi, namaz, bütün
bedenî ibâdetleri içine almakta, hepsine birden hulâsa ve fihriste
olmaktadır.
Namazın bu vasıflarına,
Süleyman Çelebi Mevlid'inde şu şekilde işâret etmiştir:
"Sen ki, Mi'râc eyleyüb
ettin niyâz,
Ümmetin mi'râcını kıldım namaz.
Her kaçan kim bu namazı kılalar
Cümle gök ehli sevâbın alalar.
Çünki her türlü ibâdet bundadır,
Hakk'a kurbiyyetle vuslat bundadır."
Namaz Kılmanın Hükmü Nedir?
Namaz; Kur'an, Hadîs ve İcma'
ile sâbit olan kesin bir farzdır. Aklı başında
erginlik çağına girmiş olan her Müslüman için, edâsı
lâzım gelen pek yüksek bir vazifedir. Bu mühim farz ibâdeti
yerine getirenler, Allah Teâlâ'nın pek çok lütuf ve
inayetlerine ererler.
Namazın farz oluşunu inkâr
etmek, mü'mini dinden çıkarır. Ancak farz olduğunu inkâr
etmeksizin tembellikten dolayı bu ibâdeti yapmayan kimseler ise, mânevi
yönden büyük zarar ve kayıplara uğrarlar.
Kur'ân-ı Kerîm'de birçok âyette,
mü'minler namaz kılmakla emredilmişlerdir (*). Namazın mü'minler
üzerine kat'î bir borç ve vazife olduğunu ise, şu âyet-i
kerîme bildirmektedir:
"Muhakkak namaz,
vakitlendirilmiş (belli vakitlere tahsis edilmiş) olarak mü'minlere
farz olmuştur." (en-Nisâ, 103).
Hadîs-i şerîf'te ise, bu
hususta şöyle buyrulur:
"Allah Teâlâ müslüman olan
her erkek ve kadına, günde 5 vakit namazı farz kılmıştır."
Namaz, Hicretten 18 ay evvel,
Mi'rac gecesinde 5 vakit olarak farz kılınmıştır.
Mi'ractan evvel de Resûlüllah Efendimiz ve mü'minler namaz kılarlardı.
Fakat kılınan bu namazlar, günde (sabah-akşam olmak üzere)
iki vakitten ibaretti. Ayrıca da farz değil, mendub idi.
Namazın Bize Sağladığı Faydalar
Nelerdir?
Namaz bize dünyevî-uhrevî, maddî-mânevî
pek çok faydalar sağlamaktadır. Bu faydalardan bâzıları
şunlardır:
1 - Günde beş vakit namaz kılan
bir insan, daima Allah'ı hatırlar ve kendisini her an O'nun
huzurunda hisseder. Bu ise, o insanın aklında kötü düşüncelerin
barınmasına fırsat vermez. Verse bile çıkarıp
atmasına sebeb olur. Zaten dünyada gördüğümüz her kötülüğün
başı, Allah'ı unutmak ve Allah korkusuna kalbde yer
vermemek değil midir?
Dünyada insana Allah'ı
unutturacak, gaflete atacak pek çok şey vardır. İnsan
yaradılışı itibariyle gece-gündüz dünya meşgaleleri
içindedir. Böyle kesif bir meşgale içinde bulunan insana,
elbette her an Allah'ı hatırlatacak bir şey'in olması
gerekir. Böyle bir şey olmaz ise, insan hem Allah'ı unutur,
hem de kalbinde Allah korkusuna yer vermez. Allah'ı unutunca da
yalnız kendi nefsini, keyfini, menfaatini düşünen bencil bir
insan hâline gelir. Hak, hukuk, adalet gözetmez. İnsanlar bu hâle
gelince, artık ona ne kanun, ne polis, ne de jandarma te'sir
edebilir. Fırsat bulduklarında meşru' olup olmadığına
bakmaksızın her arzu ettiklerini yaparlar.
İşte bunun içindir ki,
Allah Teâlâ, insanoğlunun kalbine ona daima Allah'ı hatırlatacak
ve O'ndan korkutacak bir bekçi koymuştur. Bu bekçi de Namazdır.
Namaz, insana Mevlâsını
hatırlatır. İnsan Mevlâsını hatırladıkça
kötülüklere olan meyli kırılır. Akıl, fikir, el,
ayak, göz kulak gibi bütün âzalarını kötülüklerden çeker.
Başkasının malına, canına, ırz ve namusuna
göz dikmez.
Namazın bu hususiyetine Kur'ân-ı
Kerîm'de şu şekilde işâret olunmuştur:
"Namaz kıl. Zira namaz
insanı fahşâ ve münkerden, yani, her türlü kötü ve çirkin
işlerden alıkor."
Hadîs-i şerîf'te de meâlen:
"Namaz dînin direğidir.
Kim namazını kılmaya devam ederse, dînini yıkılmaktan
korur, muhafaza eder. Kim de onu terkederse, dinî hayatın direğini
yıkar, dindarlığını muhafaza edemez hâle
gelir" buyurulmak suretiyle, bu husus veciz bir şekilde beyan
edilmiştir.
Namazın insana Allah'ı
nasıl hatırlatıp onu her türlü kötülüklerden nasıl
alıkoyduğunu biraz daha açıklayalım:
Namazİnİ devamlİ kİlan
bir kimse, sabahleyin erken kalkar, sabah namazİnİ kİlmak
ve Allah'a olan borcunu ödemek için, önce abdest alİr. İçini
ve dİşİnİ temizler. Kalbinde bir kötülük varsa
onu atar. Temiz bir kalb ve temiz bir vücudla Allah'İn divanİna
çİkar, huzurunda durur, namazİnİ kİlar. Bundan
sonra işine gider.
İş esnasİnda huyu,
suyu, sözü sohbeti başka başka insanlarla karşİlaşİr.
Bunlardan iyi ve kötü pek çok söz işitir, insan olmasİ
hasebiyle zaman zaman kalbine kötü düşünceler gelir. Hİrs,
hased, kin, intikam hisleriyle dolar. Bunların bir kısmının
te'sîri altında bir şeyler yapmaya karar verdiği ve
yapmak için hazırlığa da giriştiği bir sırada,
müezzinin Allahu Ekber diyerek öğle namazına çağırdığını
işitir. İşte o zaman kalbi kin ve intikam, hırs ve
hased ile dolu olan insan, kalbindeki bütün bu kötü hisleri bir
tarafa atarak namaza koşar. Yine temiz bir kalb ve temiz bir vücud
ile Allah'ın huzuruna durur. Namaz onun imdadına yetişmiş,
herhangi bir kötülük işlemesine fırsat vermeden Allah'ın
huzuruna çıkarmıştır.
Namazın bu imdadı ona
ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde de yetişir.
Artık o insan için, kötülük
yapmaya ve düşünmeye zaman kalmamıştır. Beş
vakit namaz ona bu fırsatı vermez. Çünkü bir vakit namazın
kalbinde bıraktığı te'sir kaybolup gitmeden diğer
bir vaktin namazı gelip girer. Bu sebeble namaz kılmakta
devamlı olan bir insanın kalbinde Allah sevgisi ve korkusu hiç
eksik olmaz. Böyle bir kalbten de kötülük sâdır olması
beklenemez.
2 - Namaz, mü'minin günlük hayatını
da düzenler. Günde beş vakit, belirli vakitlerde Allah'ın
huzurunda bulunma zarureti, insanı belli bir düzen ve disiplin içinde
yaşamaya sevkeder. İşlerini, namaz vakitlerinin hâsıl
ettiği zaman dilimlerine göre tanzime mecbur eder. Böyle düzenli
ve disiplinli bir şekilde yapılan çalışmalar ise,
insanı hayatta huzurlu ve başarılı kılar.
3 - Her namaz, sahibine nefsini
murakabe, muhasebe ve kontrol melekesini de kazandırır. Sık
sık müdür veya müfettiş huzuruna çağrılan bir
memur, nasıl görevinde dikkatli davranır, işlerini
muntazam bir surette yürütürse, bunun gibi günde en az 5 sefer Hâlikının
huzuruna çıkan bir insan da, bütün işlerini hatâ ve yanlışlığa
meydan vermeyecek şekilde yapar.
4 - Namaz kılan bir mü'min,
kalben müsterihtir, ruhen kuvvetli, mânen güçlüdür. Hayatı
boyunca, vazifesini hakkıyla yerine getirmiş olmanın
huzuru ile yaşar.
5 - Beş vakit namazını
kılan kimseyi, Cennetine koyacağına dair Allah Teâlâ'nın
va'di vardır. Yeter ki kılınan namazlar, sırf rızâ-yı
İlâhî için olsun ve erkân ve âdâbına riayet edilerek
eksiksiz yapılsın. "Cennetin anahtarı namazdır"
hadîs-i şerîfi, bu İlâhî va'di te'yid etmektedir.
Yanlış anlaşılmasın,
bu ifade, namaz kılmayan kimse Cennete giremez demek değildir.
Allah isterse, kulunun râzı olduğu bir iyiliğinden veya
İslâmî bir hizmetinden dolayı, onun bütün günah ve
kusurlarını, ibâdet borçlarını afvedip Cennetine
koyabilir. Bu, tamamen O'nun lütuf ve merhametine kalmış bir
husustur. Fakat namaz ibâdetini mâna ve ruhuna uygun şekilde
eksiksiz olarak yerine getirene ise, Allah, Cennetini va'detmiştir.
Va'dinden dönmek O'nun şânına yakışmaz.
6 - Günde 5 vakit namaz kılmak,
aynı zamanda küçük günahlar için bir keffârettir. Resûl-i
Ekrem Efendimiz, 5 vakit namazı vaktinde kılan kimseyi, günde
5 defa evinin önünden akan bir nehire girip yıkanan kimseye
benzetir ve sonra şöyle buyurur:
"Günde 5 defa suda yıkanan
kimsenin bedeninde kirden ve pastan bir eser kalır mı?
İşte namazını kılan,
günde 5 vakit Rabbinin huzurunda başını secdeye koyup
rahmetine iltica eden kimse de böyledir. Allah böyle kimselerin günahlarını
afveder. İsterse günahları köpükler kadar çok olsun."
Bir başka hadîs'te de şöyle
buyrulur:
"Namazını vaktinde kılan
kimsenin iki namaz arasındaki küçük günahlarını Allah
Teâlâ afveder."
Namaz için abdest alan kimse,
abdest uzuvlarını yıkadıkça, o uzuvlarla işlenen
küçük günahların suyla birlikte yıkanıp gideceği
de yine rivayetlerde gelmiştir.
7 - Rükünlerine ve âdâbına
tam riayet edilerek kılınan 5 vakit namazın, kıyâmet
gününde sâhibi için bir nur, hüccet ve delil olacağı ve
onu kabirde karanlıklardan ve azabtan ve haşir mahkemesinde de
hesabın zorluklarından kurtaracağı yine hadîs-i
şerîflerin beyanından anlaşılmaktadır. Bundan
daha büyük bir lütuf ve ihsan olur mu?
8 - Namazın dünyevî ve uhrevî
en mühim faydalarından birisi de namaz kılan kimsenin bütün
dünyevî iş ve çalışmalarının güzel bir
niyetle ibâdet hükmüne geçmesidir.
İnsan namazını kılarak
Allah'ın hukukunu yerine getirirse, geçimini helâl yerden te'min
etmek niyetiyle yapacağı bütün gayret ve çabaları âhireti
açısından boş ve faydasız bir dünyevî çaba
olmaktan çıkar, ibâdet hükmünü alır. Artık o insanın
bütün ömrü, bir ibâdet hâli içinde geçer. Hiçbir gayret ve çalışması
Allah katında zâyi olmaz, boşa gitmez.
Eğer o kimsenin geçimini
te'min için çalıştığı iş, umumun
menfaatini de alâkadar eden bir meşgale
ise, o şahıs yaptığı işin neticesinden
istifade eden umum insanlar adedince de sevabları kazanır.
İşte bu büyük kazancın
tek bir şartı vardır. O da farz olan namazlarını
kılmak, ciddî bir mâzeret olmadan namazlarını
geciktirerek kazaya bırakmamaktır.
Namaz kılan kimsenin bütün dünyevî
çalışmalarının ibâdet hükmüne geçmesi sırrı,
kişide çalışmaya, insanlara faydalı olacak
hizmetlerde bulunmaya karşı ciddî bir şevk ve heyecan
meydana getirir. Bu sebeble, insan ihtiyarlasa bile ailesinin maişeti
için çalışmaktan, gayret ve faaliyette bulunmaktan geri
durmaz. Fütûr ve tembelliğe düşmez. "Artık
ihtiyarladım. Bir köşeye çekilip sadece âhiretime çalışayım"
diye düşünmez. İnsanlığa ve aile ferdlerine daha
faydalı olmak için çalışır, çabalar.
Çünkü, bilir ki, namazlarını
kıldığı için bütün dünyevî çalışmaları
da ibâdet hükmünü almaktadır...
Namazı
Terketmenin Zararları Nelerdir?
Namaz kılmayı terkeden
kimse yukarıda saydığımız fayda ve menfaatleri
kaybetmekle beraber, dünya ve âhirette büyük bir zarar ve hüsrâna
da uğrar.
Bir hadîs-i şerîfin beyanına
göre âhirette kulun ilk bakılacak ameli, namazı olacaktır.
Eğer namazları tamam olursa o kulun hesabı kolay görülecek,
bâzı günah ve kusurları da af ve müsamaha ile karşılanacaktır.
Namazında bir noksanlık olduğu takdirde ise hesabı
çetin ve ince olacaktır. Bu şekilde ince bir hesaba çekiliş
ise, insanı helâke götürecektir.
Bu sebeble şuurlu dindarlar,
namazlarını mümkün mertebe eksiksiz yerine getirmeye çalışırlar.
Şayet kılamadıkları namazları var ise, onları
da geciktirmeden kaza etmeye, böylece namaz borcundan kurtulmuş
olarak Allah huzuruna çıkmaya gayret gösterirler.
"Tenbîhü'l-Gâfilîn"
adındaki kitabda namaz kılmamanın zararlarını
beyan sadedinde şöyle bir mânevî temsil rivâyet edilir:
"Hasîs ve şerîr bir
adam bir gün Şeytanla karşılaşır ve ona sorar:
"Ey İblis, ben de senin
gibi olmak istiyorum, ne yapayım?"
İblis şu karşılığı
verir:
"Kimse şimdiye kadar bana
imrenip de benim gibi olmayı arzulamadı. Eğer benim gibi
olmayı ille de aklına koydu isen, iki şey'i
terkedeceksin; bu, İblis gibi olmana yetecektir. Terkedeceğin
şeylerden biri namaz; diğeri de doğru yemindir."
Rivâyette vardır ki, sokakları
dolaşan meleklerle şeytanlar evlerin kapısına gelip
iddiaya tutuşurlar. Melekler derler ki:
"Bu eve biz gireceğiz.
Şeytanların işi yoktur."
Şeytanlar derler ki:
"Bu eve biz gireceğiz,
meleklerin işi yoktur."
Münakaşa devam ederken ezan
okunur, münakaşa da durur. Zira ezanla birlikte evde namaz hazırlığı
görünürse şeytanlar ümidi keser, evden içeri melekler girer.
Namaz hazırlığı görülmez, evde namaz kılan
bulunmazsa, şeytanlar ümidlenir, melekler oradan çekilirler.
Onun için eskiler derler ki:
"Namaz kılınmayan
ev, şeytan uğrağı; namaz kılınan ev ise,
melek yuvasıdır."
Namazı Terkedenlerin İleri Sürdükleri Bâzı
Bahâneler
Maddî ve mânevî, dünyevî ve
uhrevî pek çok faydaları bulunan namaz gibi ulvî bir ibâdet ve
küllî bir hayıra, bâzı Müslümanların bir takım
bahâneler ileri sürerek yaklaşmadıkları, ihmâl ve lâkayıtlık
gösterdikleri görülmektedir.
İleri sürülen başlıca
sebeb ve bahâneler şunlardır:
1 - Namazın, sadece ihtiyarlayınca
yapılacak bir vazife olduğu; gençliğin dünyaya çalışmak,
ihtiyarlığın ise âhirete yönelmek çağı
bulunduğu düşüncesi,
3 - Günde 5 vakit namaz kılmanın,
bitmediğinden insana usanç ve bıkkınlık vereceği
anlayışı...
Aslında bu fikir ve düşünceler,
sağlam bir temele dayanmayan, sadece ve sadece nefsin tenbelliğinden
ve Şeytan'ın telkin ve vesveselerinden ileri gelen esassız
bahanelerdir. Şimdi, bu bahaneleri sıra ile ele alalım:
1 - Namazın ihtiyarlıkta
yapılacak bir meşguliyet olarak görülmesi, insanları
namaz kılmaktan alıkoyan yaygın bir düşüncedir,
fakat son derece yanlıştır. Zira her şeyden önce
namaz, çocukluktan çıkıp erginlik çağına girdiği
andan itibaren, ölünceye kadar insan üzerine farzdır. Bu
farziyetin gençlik, orta yaşlılık ve ihtiyarlık
halleriyle bir ilgisi yoktur. Kılınmayan her vakit namazı,
kulun boynunda borç olarak kalır. Âhirette azâba çarpılmamak
için, ölmeden evvel bu borçtan kurtulmak, kılınamayan
namazları kaza etmek şarttır.
Gençliğinde namaz kılmayıp
ihtiyarlığında kılmaya başlayan kimsenin, pek
çok namaz yükü, ibâdet borcu bulunuyor demektir. İhtiyar hâlinde
bütün o borçları kaza etmeye ne derece muvaffak olacağı
ise şübhelidir. Kazâ etse bile, yine de tamamen kurtulmuş
olmayacak; namazlarını vaktinde kılmamanın
mes'uliyetini üzerinde taşımaya devam edecektir.
Demek namaza ihtiyarlıkta başlamak
düşüncesi, nefsin bir oyunundan, Şeytan'ın bir
hilesinden başka bir şey değildir...
Diğer taraftan insanın
ihtiyarlık vaktine kadar yaşayacağına dair elinde hiçbir
garantisi de yoktur. Her vakit ölüm gelip kapısını çalabilir,
hayatını sona erdirebilir. İnsanın yarına bile
sağ çıkacağına dair, hiçbir senedi, güvencesi
bulunmamaktadır.
Binaenaleyh, namazları
ihtiyarlayınca kılma düşüncesi, bu bakımdan da boş
bir hayal, temelsiz bir fikirdir. Kaldı ki gençlikte kılınan
namazlar ile ihtiyarlıkta kılınanlar, hiçbir zaman bir
olmaz. İnsanın bütün duygu ve hisleri ile dünyaya bağlı
olduğu gençlik yıllarında nefsiyle mücadele ederek yaptığı
ibâdetler, Allah katında son derece kıymetli ve değerlidir.
İhtiyarlık halinde ise, insanın dünyaya meyli zaten
kalmamış, ölümü daha yakından hissetmeye başlamıştır.
Denebilir ki, nefsi bile artık namaz ve ibadete razı olur
duruma girmiştir. Böyle bir psikolojik hâl içinde yapılan
ibâdet, elbette gençken, nefsin kötü his ve duyguları ile mücadele
ederek yapılan ibâdete denk olamaz. Bunun içindir
ki Peygamberimiz, genç iken yapılan ibâdetin ihtiyarlıkta
yapılandan daha makbûl olduğuna, bir hadîs-i şerîflerinde
işaret buyurmuşlardır.
Diğer bir hadîs-i şerîflerinde
de şöyle buyurmuşlardır:
"En hayırlı genç
odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak
gençlik hevesatına esîr olmayıp gaflette boğulmayandır."
Görüldüğü gibi gençlerin
de ihtiyarlar gibi ölümü düşünüp âhiretlerine ciddî çalışmaları,
namaz ve diğer ibâdetleri eksiksiz yerine getirmeleri
gerekmektedir.
2. Dünya meşguliyetlerinin çokluğunun
ise, namaz kılmaya mâni olucu tarafı yoktur. Zira Cenâb-ı
Hak her gün bize 24 saatlik bir hayatı vermiştir. Bizden buna
mukabil bir saatlik bir zamanı, kendine ibâdet için istemektedir.
Evet, beş vakit namaz, abdestler de dahil, insanın en fazla
bir saatini işgal eder. Yirmi dört saatin 23 saatini dünyaya
sarfederken, bir saatini de, yine kendimizin hem dünya, hem de âhiret
saadetimize vesile olan namazın edâsı için harcamamak hangi
mantık ve hangi akılla bağdaşabilir? En basit, boş
ve mâlâyâni ihtiyaçlara vakit ayrılırken böyle en ulvî
bir ibadeti yapmamaya "zamanın yokluğunu" gerekçe göstermek,
ancak ve ancak nefis ve şeytanın telkinlerine boyun eğmektir.
3. Namazın, her gün
tekrarlandığından bıktırıcı ve usandırıcı
olduğu düşüncesine gelince, bu da nefsin tenbelliğinin
bir bahanesidir. Zira her gün yemek yiyip su içen insan, bunların
tekrarından usanmıyor, bil'akis lezzet duyuyor. Binaenaleyh
ruhun gıdası, kalbin âb-ı hâyâtı olan namazın
tekrarından da, ruhu ölmemiş, kalbi sönmemiş bir insanın
usanması söz konusu olamaz.
Şeytan bu kabil menfî
telkinleri daha çok namaza yeni başlama durumunda olanlara
yapmaktadır. Namaza devam edip onun mânevî feyiz ve bereketine
mazhar olanlar, bu gibi bahanelerin yersizliğini zâten idrâk etmişlerdir.
Meşhurdur, adamın biri oğluna:
"Evlâdım, kırk gün
namaz kıl, bak, bir daha bırakabilecek misin?" demiş.
Oğlu da babasına:
"Baba, sen de kırk gün kılma,
bak, bir daha başlayabilecek misin?" diye cevab vermiş.
Demek ki, bu gibi esassız
bahaneler, hep nefis ve şeytan'ın telkin ve desiselerinden
ibarettir. Nefisle devamlı mücadele ederek insanın bu
telkinleri yenmesi gerektir. Aksi takdirde bir su gibi elden akıp
giden ömür sermayesi, bir rüzgâr gibi uçup giden hayat nimeti; hüsranla
ve imtihanı kaybetmiş olmanın ızdırabiyle
neticelenir.
Kur'an'da birçok yerde kat'î
emredilen namazı mutlaka edâ etmemiz, elde olmayan sebeblerle kılamamışsak
mutlaka kaza etmemiz gerektir. Böylece en mühim bir kulluk borcumuzu
ve insanlık vecibemizi yerine getirmiş, mânevî mes'uliyetten
kurtulmuş oluruz.
Cenâb-ı Hak hepimize bu küllî
hayrı yerine getirmekte sebat, devam ve irâde kuvveti versin. Âmin!.