Meşgul olduğumuz dünyevî mevzular
bizi iyice ablukasına alıp kendisinde fâni kılmakta, bu yüzden de ne
geçmişimizi, ne de geleceğimizi düşünme fırsatı bulamamaktayız.
Kabir ziyaretleri ise, ölümü hâtıra
getirmesi cihetiyle, bu kalın gaflet perdesini yırtmakta, geçmişimize
bakıp geleceğimizi düşünme fırsatı vermektedir.
Nitekim Resûlüllah Efendimiz:
"Kabirleri ziyaret ediniz. Zira
kabir ziyareti, ölümü hatırlatır, düşünme fırsatı verir..."
buyurmuşlardır.
İslâm âlimleri, ihlâsı kazanmanın
ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebinin, râbıta-i mevt olduğunu
söylemişlerdir. Gerçekten de ihlâsı zedeleyen ve insanı riyaya ve
dünyaya sevkeden tûl-i emel olduğu gibi, riyadan nefret veren ve ihlâsı
kazandıran da râbıta-i mevttir.
Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın
fâni olduğunu mülâhaza edip nefsin desiselerinden kurtulmaktır. Râbıta-i
mevtin faydaları pek çoktur. İnsan ancak o sâyede tûl-i emelin menşe'i
olan ebedî yaşamak tevehhümünü izale edebilir, uzun emellerinden bir
derece vazgeçebilir. Hadîs-i şerîfte: "Lezzetleri tahrip edip
acılaştıran ölümü çok zikredin..." buyurulmak suretiyle, râbıta-i mevt
yapılması, ölümün düşünülmesi ders verilmektedir.
İşte kabir ziyaretlerinin en büyük
gaye ve faydası, insana ölümü hatırlatması, râbıta-i mevt yapma imkânı
hazırlamasıdır.
Kabir ziyareti, denize düşmüş
boğulmak üzere olan bir dostuna el uzatma yardımı gibidir. Boğulmak
üzere olan bir dostuna, yakınına el uzatmanın değeri ne ise,
mezardakileri ziyaret edip onlara dualar okumak, hayır ve hasenatlarla
yardımlarına koşmak da odur.
Bu teşbihi bizzat Resûl-i Ekrem
Efendimiz yapmışlardır.
Ne gariptir ki bâzı kimseler her
türlü hayır ve hasenattan mahrum kalmış ölüleri ziyaret ederken, onlara
yardım niyetiyle değil, onlardan yardım görme maksadıyla ziyarete gider,
ölüden menfaat ve medet bekler.
Gerçi evliya kabirlerini ziyaret ve
hürmet, İslâmî bir gelenek hâlini almıştır. Ancak bu ziyaret, sırf
Cenâb-ı Hak hesabına, o kabir sahibi Allah'ın makbul bir kulu olduğuna
binaen âhirette şefâatçı olması temennisiyle yapılmalıdır. Ancak böyle
olursa türbe ziyâreti câiz ve meşrû olur. Yoksa o kabir ve türbe
sâhibini kendi kendine medet verecek bir kudret ve tasarruf sahibi
olarak düşünüp âmiyane ve câhilâne takdis etmek, mezar ve türbelerine
çul çabut bağlamak, mum yakmak, taşına toprağına yüz sürmek, sadece
mânasız ve lüzumsuz değil, aynı zamanda şirke benzeyen haram bir tutum
ve davranış mahiyeti de arzeder.
Hadîslerde bu cahilce anlayışlar
men'edilmiştir.
Bilhassa kadınların bu gibi hatâlı,
İslâm'a uymayan âdetleri devam ettirip kabirlerde saçlarını yolup
başlarını taşlara vurdukları, niyetlerindeki dünyevî maksadları yoluna
koydurmak için ölüden medet ummak gibi fitnelere sebeb oldukları içindir
ki, Peygamber Efendimiz:
- Allah kabirleri ziyaret eden
kadınlara lânet etmiştir... buyurmuştur.
Bu lânete müstehak kadınlar, kabir
ziyaretinde gereken âdâb ve erkânı bilmeyip fitnelere sebeb olan
kadınlardır.
Yoksa usûl ve kâidelerine riayet
eden kadın - erkek herkes için, kabir ziyareti yapmak müstehaptır.
Ziyaret için kabristana giden
kimse, önce mezarlığın girişinde kabir halkına gizlice selâm verir.
Mezardaki ölüye ziyaretçinin
verdiği selâmı ölü alır ve ziyaretçinin mezarının başında oturmasıyla
ölü ünsiyyet edip memnun olur.
Hadîs-i şerîfte şöyle
buyurulmaktadır:
"Herhangi bir kişi, sağlığında
tanıyıp bildiği bir kişinin mezarının yanından geçer de ona selâm
verirse, mezar sâhibi onu tanır ve sevinçle selâmını alıp iade eder..."
Bu şekilde selâm verildikten sonra,
ziyaret edilecek kabre doğru ilerlenir. Ziyaret edilecek merhumun
kabrine ayak ucu tarafından yaklaşılır. Yüzüne veya kıbleye müteveccihen
ayakta durulur veya oturulur.
Kabrin başında, Yâsîn-i şerîfi, 10
defa İhlâs sûresini, yahut da bildiği âyet ve sûreleri okumak câiz ve
münasiptir.
Okunan âyetler, yapılan tevbe ve
istiğfarlar hem ziyaret edilen merhuma, hem de kabir komşusu diğer
mü'minlere hediye edilir. Bu şekilde hediye etmekle sevab azalmaz. Bu,
tıpkı yüksek bir yerden çağırırken, sesi bir kişi ile bin kişinin
duyması arasında fark olmayışı gibidir. Bir kişiye hediye etmekle bin
kişiye hediye etmek arasında sevabın azalması diye bir şey söz konusu
değildir. Nuranî şeyler güneş ışığı gibidir. Çok kimselerin aynı anda
ışıktan istifade etmeleri az kimsenin istifadesini noksanlaştırmaz.
Ziyaret esnasında dikkat edilecek
bir husus da, mezarları çiğnememektir. Mezar çiğnemek mekruhtur. Mecbur
kalınmadıkça mezarların üstüne basılmaz, toprakları çiğnenmez. Şayet
geçip gitmek için başka yol yoksa, merhuma Kur'an ve duâlar okunarak
basılıp geçilir.
Hadîs-i şerîfte ateş üzerine
basmanın, mezar üzerine basmaktan hayırlı olacağına işaret olunmuştur.
Kabir üzerindeki yeşillikler hiçbir
surette yolunmaz, bil'akis çiçekler dikilir, ağaçların kurumaması te'min
edilir. Kuruyan ağaçlar ise kesilebilir.
Yeşil ağaçları kesmek kat'î surette
mekruhtur.
Kabirleri perşembe, yahut cuma,
yahut da haftanın veya ayın muayyen günlerinde ziyaret etmelidir. Hele
bayramlarda ziyaret, asla ihmâl edilmemelidir.
Muayyen günde kabir ziyaretine
gitme imkânı bulamayan kimse, bu hediyeyi bulunduğu yerden de yapabilir.
Geçmişleri için Yâsinler okur, hayırlar yapar, bulunduğu her yerden de
mânevî hediyeler ve dualar gönderebilir. Yeter ki meşgul olduğu dünyevî
mevzulara iyice dalıp geçmişini unutup geleceğini de hatırlamaz hâle
gelmesin, günün birinde kendisinin de aynı âkıbete dûçâr olacağı
gerçeğini unutmasın...
Ölü namına iyilik yapmak, sadakalar
dağıtmak da câizdir. Ölü kendi adına yapılan iyiliklerden memnun ve
müstefîd olur. |