Camiler ve mescidler, Müslümanların
cemaatla toplu olarak namazlarını edâ ettikleri binalardır. Bu binalara,
içlerinde Allah'a secde edildiği, ibâdet yapıldığı, namaz kılındığı için
mecaz yoluyla Allah'ın evi de denmiştir.
Bir hadîs-i kudsî'de şöyle
buyurulmuştur:
"Yeryüzünde benim evlerim
(mesabesinde olan yerler) mescidlerdir. Orada beni ziyaret edenler, o
mescidleri imar ve ihyâ edenlerdir."
"Allah'ın mescidlerini, ancak
Allah'a ve âhiret gününe îman edenler îmar ve ihyâ ederler" (et-Tevbe,
17) âyetindeki îmarın bir mânâsı da ibâdetle ihyadır. Şu hâle göre,
mescidlere alâka göstermek, onları maddeten onarmak ve ibâdetle ihya
etmek, mü'minlere düşen mühim bir vazifedir.
Cami ve cemaat için birtakım âdâb
beyan olunmuştur:
1 - Mescidleri Allah'ın evi
mesabesinde kabul edip içlerine girildiğinde İlâhî huzurda olduğunu
hatırdan çıkarmadan edeb ve huşû' içinde bulunmak.
Bir hadîs-i şerîf'te mescidlerin
fazileti şu şekilde ifade buyrulmaktadır:
"Bir kimse evinde güzelce
temizlenir ve farz namazını kılmak üzere mescidlerden birine giderse,
adımlarından biri, günahlarını siler, diğeri de derecesini yükseltir."
4 - Mescide giderken temiz ve yeni
elbiseler giymeli, güzel kokular sürünmelidir. Bu hususta Kur'ân-ı
Kerîm'de şöyle buyrulur:
"Ey âdemoğulları, her mescide
gittiğinizde ziynetinizi, en güzel elbisenizi giyin. Yeyin, için (fakat)
isrâf etmeyin. Çünkü Allah, isrâf edenleri sevmez" (el-A'râf, 31).
5 - Evde abdest alıp kapıdan sağ
ayağını atarak çıkmak, mescide ağır, fakat sık adımlarla, sakin ve
vekarlı bir şekilde yürümek. Koşup acele etmemek.
Peygamberimiz bir gün namaz
kılarken ayak patırdıları duydu. Namaz bitince:
- Gürültünüz neydi? diye sordu.
- Namaza yetişmek için acele ettik,
dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz:
- Bir daha böyle yapmayın. Namaza
yavaş ve vekarlı geliniz. Yetiştiğinizi kılar, yetişemediğinizi
tamamlarsınız, buyurdu._u_ar. Hattâ müezzin_İ-_ 318
6 - Mescide eğer mümkünse namaz
vaktinden evvel gitmek.
Mescide erken gidip namazı bekleyen
kimse, namazda imiş gibi sevab kazanır. Bu hususta sevgili Peygamberimiz
şöyle buyurmuşlardır:
"Kul abdestli olarak mescidde
namazı beklediği müddetçe namazda gibi olur."
"Ashabım! Siz namazı kılmak için
beklediğiniz müddetçe namazda gibisiniz. Elbette bir kavim hayırlı bir
işi beklediği müddetçe hayırdadır."
7 - Mescide sağ ayağını atarak
girmek ve girerken de şu duayı okumak:
Allahümme'ftah aleynâ ebvâbe
rahmetike ve'ğfir zünübenâ bifadlike ve keremike yâ ekreme'l-ekremîne ve
yâ erhame'r-râhimîn (*).
8 - Mescide girince ezan okunmamış
ve mekruh vakit de girmemiş ise, iki rek'at Tehıyyetü'l-Mescid namazı
kılmak.
9 - Ezan okunup namaz kılınıncaya
kadar Kur'an okumak; tesbih, zikir, salâvat-ı şerîfe gibi ibâdetlerle
meşgul olmak.
10 - Ezanla namaz arasında kalan
müddet içinde, kendisi, ailesi, çocukları, ana-babası, akrabaları ve
bütün mü'minler için dua etmek.
11 - Namaza başlamadan evvel,
başladıktan sonra ve bitince, Allah huzurunda olmanın gerektirdiği
ciddiyet, vekar, sekînet ve huşû'dan ayrılmamak.
12 - Önden itibaren safları
doldurmada acele davranmak, safların sık ve düzgün olmasına gayret
göstermek.
13 - Soğan, sarımsak gibi pis
kokulu ve insana eziyet verici şeyleri yiyen ve çorabı, üstü başı bütün
cemaatı rahatsız edecek derecede kokanlar, bu kokuları giderecek bir
temizlik yapmadan mescide gitmemelidir.
14 - Mescidden çıkarken önce sol
ayak dışarı atılır, öyle çıkılır.
NAMAZI KESİP CEMAATE YETİŞMEK
Başlanmış bir namazı bilerek ve
hiçbir özür yokken bozmak câiz değildir. Ancak cemaata yetişmek ve
cemaat sevabı kazanmak gibi bir durum karşısında, başlanmış namazı
bozmak câiz hâle gelir.
* Bir adam yalnız başına farz
kılmaya başladıktan sonra, yanında cemaatle namaz kılmaya başlanırsa ne
yapmalıdır?
Eğer tek başına namaz kılan kimse,
henüz birinci rek'atın secdesine varmamış ise, hemen namazını bozup
cemaate uyar. Eğer ilk rek'atin secdesini yapmış ve kıldığı farz namaz
da dört rek'atlı ise, ikinci rek'atı tamamlar, ondan sonra selâm verip
imama uyar. Böylece farzı imamla birlikte kılmış, cemaat sevabına
kavuşmuş olur. Kendi başına kıldığı iki rek'at namaz da nafile yerine
geçer.
Eğer cemaatla namaza durulduğunda
tek başına namaz kılan kimse üçüncü rek'atta olup henüz secde
yapmamışsa, ayakta iken selâm verip imama uyabilir. Şayet üçüncü rek'atı
bitirmiş ise, namazı kesmeyip dördüncü rek'atı da tamamlar. Bundan sonra
cemaat sevabı için imama uyar. Ancak bu durumda, kendi başına kıldığı
namaz, farz; cemaatle kıldığı ise, nafile yerine geçer. Bir de bu
namazın ikindi namazı olmaması şarttır. Çünkü ikindinin farzı
kılındıktan sonra nâfile kılınması câiz değildir.
Kılınan namaz dört rek'atlı bir
namaz değilse (iki rek'atlı sabah veya üç rek'atlı akşam namazı ise)
ikinci rek'atı bitirmiş olmadıkça, hemen namaz kesilip imama uyulabilir.
Fakat cemaat yapıldığında ikinci rek'at tamamlanmış olursa, artık namaz
bozulup imama uyulamıyacağı gibi, namazı tamamlayıp bitirdikten sonra da
uyulmaz. Zira sabah namazlarından sonra nâfile namaz kılınmamaktadır.
Akşamdan sonra ise imama uyularak üç rek'at nâfile kılınması câiz
değildir.
* Sünnet namaz kılınırken cemaatle
farz kılınmaya başlansa, durum ne olur?
Bu durumda namaz derhal iki rek'ata
tamamlanarak imama uyulur. İki rek'at bitirilmeden, imama tâbi olunmaz.
Eğer kılınan öğlenin sünneti idiyse, farzdan sonra dört rek'at olarak
kazâ edilir. Ayrıca son sünnet de kılınır. İlk kılınan iki rek'at ise
nâfile yerine geçer. Kılınan ikindi ve yatsının sünnetleri ise, artık
farzdan sonra tekrar kılınarak kaza edilmeleri gerekmez.
* Camiye gelen kimse cemaatın farza
durmuş olduğunu görür ise ne yapar?
Sünnet kılmayarak derhal imama
uyar. Hattâ müezzin kâmetlerken bile, sünnete durulması mekruhtur. Ancak
kılınan sabah namazı ise, imama da teşehhüdde yetişebilme imkânı varsa,
önce sünnet kılınır, sonra imama uyulur.
NAMAZDAN SONRA OKUNACAK TESBİHLER
Namazdan sonra imam ve cemaatin üç
kere:
Estağfirullahellezî lâ ilâhe
illâ hüve'l-hayyü'l-kayyûmü ve etûbü ileyh demeleri sünnettir.
Gerek yalnız başına, gerekse
cemaatla kılarken istiğfarı müteâkip:
Sübhânallahi ve'l-ham-dü lillâhi
ve lâ ilâhe illâllahü vallahü ekber ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ
billâhi'l-aliyyi'l-azîm denir.
Herkes Eûzü Besmele çekip
Âyete'l-Kürsî'yi okur. Hadîs-i şerîfte: "Her kim beş vakit namazın
sonunda Âyete'l-Kürsî'yi okursa, cennete girmekten onu ancak ölüm
men'eder" buyurulmuştur.
Âyete'l-Kürsî'den sonra İhlâs ve
Muavvizeteyn de okunabilir.
Bundan sonra 33 defa Sübhânallah,
33 defa Elhamdü lillâh, 33 defa da Allahü Ekber denir.
Tesbihleri el ile saymak sünnettir.
Peygamberimiz parmaklarıyla tesbih ederlerdi. Fakat tesbih kullanmak da
câizdir. Sahâbelerden taş sayarak tesbih edenler olmuştur. (Ebû Hüreyre
Hazretlerinin düğümlü ipliği vardı. Onunla tesbih ederdi). El ile
tesbihleri saymak, tesbih ile saymaktan efdaldir.
Bundan sonra:
Lâ ilâhe illâllahü vahdehû lâ
şerike leh. Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in
kadîr...
Sübhâne
rabbiye'l-aliyyi'l-a'le'l-vehhâb denilerek eller göğüs hizasına
kaldırılır. Avuç içi yüze doğru meyilli olacak şekilde açılarak dua
yapılır. Dua bittikten sonra yüz meshedilir.
* Yüzü mesh duada el kaldırmanın
sünnetidir. El kaldırmadan dua edilmişse, yüzün meshi gerekmez. Yüzün
meshindeki hikmet, bereketin kendisine gelmesi ve içine sirayetidir. Ve
belânın def'ini, atânın husûlünü ummaktır. Tek elle mesh yapılmaz.
Namaz tesbihatının ehemmiyetine
dair Peygamberimizden şu hadîs-i şerifler rivâyet
edilmiştir:
1. "Kim ki her namazın sonunda 33
kere Allah'ı tesbih eder, 33 kere Allah'a hamdeder ve 33 kere de tekbir
getirir ve sonunda da "Lâ ilâhe illâllahü vahdehû lâ şerîke leh.
Lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr" derse,
deniz köpüğü kadar da olsa günahları afvedilir." (Müslim).
- Servet sâhipleri yüksek
dereceleri ve ebedî nimeti kaptılar. Bizim gibi namaz kılarlar, bizim
gibi oruç tutarlar. Ve onların artan malı vardır. Onunla hac ederler,
umre yaparlar, cihâd ederler ve sadaka verirler, dediler.
Resûlüllah (A.S.M.):
- Size bir şey öğreteyim mi? Sizi
geçenlere onunla yetişecek ve sizden sonrakileri onunla geçeceksiniz ve
sizin gibi yapmadıkça hiçbiri sizden daha sevablı olmayacaktır" buyurdu.
- Evet yâ Resûlâllah! dediler.
Resûlüllah (asm) de:
- Her namazın sonunda 33'er defa
Sübhânallah, Elhamdü lillâh ve Allahü Ekber diyeceksiniz, buyurdu."
3. "Her farz namazın sonunda 33
defa Sübhânallah, 33 defa Elhamdü lillâh, 33 defa Allahü Ekber diyen,
hasara (ziyana) uğramaz."
4. Ebû Said el-Hudrî (ra) rivayet
ediyor:
Resûlüllah (sav):
- Allahü Teâlâ'nın rızasını
kazanmaya vesile olan amelleri çok yapınız, buyurdu. Ashap: "Bu ameller
hangileridir?" dediler.
"Resûlüllah bir gün: "Zırhlarınızı
giyiniz", buyurdu. Ashap: "Yâ Resûlâllah! Düşman mı geldi?" dediler.
"Hayır, Cehennemden korunma zırhını giyiniz: Sübhânallah, Elhamdü
lillâh, Lâ ilâhe illâllah, Allahü ekber, deyiniz. Bunlar kıyamet günü,
önünüzden, arkanızdan sizi korurlar" cevabını verdi. (Hâkim, Müstedrek).
GEÇMİŞ NAMAZLARIN KAZASI
Edâ ve Kazâ Nedir?
Bir namazı vaktinde kılmaya edâ,
vaktinden sonra kılmaya ise kazâ denilir.
Hangi Namazlar Kazâ Edilir?
Vaktinde kılınmamış olan 5 vakit
farz namazların kazâsı farzdır. Vitir namazının kazâsı ise vâcibdir.
Sünnetlere gelince sadece sabah namazının sünneti vakti dışında kazâ
edilebilir. Diğer sünnet namazların vakti haricinde kazâları yoktur.
Sabahın sünnetinin kazâ
edilebilmesi için de, farz ile sünnetin beraber kazâya kalmış olması ve
hemen o sabah, kerâhet vaktinden sonra öğleye kadar sünnetin farzla
birlikte kazâ edilmesi şarttır. Sabahın farzı kılınıp sünneti
terkedilmişse, artık o sünnet kazâ edilmez. Sabahın kazâsı öğleden
sonraya bırakıldığı takdirde de, sadece farz kazâ edilir, sünnet
terkedilir.
Öğle namazının ilk sünneti,
cemaatle farza yetişmek için terk edilebilir. Bu takdirde farzdan sonra,
iki rek'atlık son sünnetten önce kazâ edilir. Son sünneti kıldıktan
sonra kazâ edilmesine de cevaz verilmiştir. Bu kazâ, vakti içinde bir
kazâ, daha doğrusu te'hirli (gecikmiş) bir edâdır.
Namazı Kazâya Bırakmanın Hükmü
Nedir?
Bir namazı özürsüz yere vaktinde
kılmayıp kazâya bırakmak büyük bir günahtır. Bu namaz kazâ edilince
namaz borcundan kurtulunmuş olur. Fakat namazın özürsüz yere (vaktinde
kılınmayışından) dolayı meydana gelen günah bâkîdir. Bu günahtan
kurtulmak için ise, tevbe ve istiğfar gerekir. Bu sebeble şuurlu
dindarlar eften-püften bahanelerle veya sırf tenbellik sâikasıyla
namazlarını te'hir etmekten, vaktinde kılmayıp kazâya bırakmaktan
sakınırlar. Sonradan kazâ bile edilse, bunun namazı vaktinde kılmama
(te'hir) günâhını ortadan kaldırmayacağını bilirler.
Gerekli tedbirleri aldığı halde
uykudan uyanamamak veya namazı kılmadığını unutmak sebebiyle namazın
vaktinde kılınamaması, namazı te'hir mes'ûliyetini mûcib değildir.
Kazâ Namazları Ne Zaman Kılınır?
Kazâ namazları için, Hanefî
mezhebine göre muayyen bir vakit olmamakla birlikte, tertibe riayet
lâzımdır. Yani bir namazı geçirince, ondan sonraki vakit namazını
kılmadan önce kazâya kalmış olan namazın kılınması gerekir. Ancak bu,
bir insanın üzerindeki kazâ namazları, 6 vakitten az olduğu takdirdedir.
Üzerinde 6 vakitten az kazâ borcu olan kimseye sâhib-i tertib denir ki
böyle bir kimse vakit namazı ile kazâ namazları arasında tertibe dikkat
edeceği gibi, kazâya kalan namazları arasında da tertibe riayet etmesi
lâzımdır. Meselâ: Sabah, öğle, ikindi ve akşam namazları kazâya kalmış
bir sâhib-i tertib, bu namazları sırasıyla kılıp kazâ etmeden yatsı
namazını kılamaz. Kılarsa yatsı namazı fâsid olur, kılınmamış hükmüne
geçer. Ancak sahib-i tertib olan kimsenin üzerindeki kazâya kalmış namaz
sayısı 6 ve daha fazla vakte çıkarsa, artık o kimse sâhib-i tertib
olmaktan çıkar. Tertibe riayetsizlik yüzünden fâsid olan namazları da,
böylece sahih hâle gelir.
Sahib-i tertib olmaktan çıkan
kimsenin, artık tertibe riayet mecburiyeti yoktur. Mekruh vakitlerin
haricinde, her zaman istediği namazı kazâ eder.
Tertib şartı, kazâ namazları 6'dan
fazla olmakla bozulacağı gibi, namaz geçirdiğini unutarak vakit namazı
kılmakla da bozulur. Bu sebeble, üzerinde kazâ namazı olduğunu unutarak
vakit namazı kılan kimse, daha sonradan kazâ borcunu hatırlasa kıldığı
vakit namazı fâsid olmaz. Çünkü bu durumda o, sâhib-i tertib olmaktan
çıkmıştır.
Farz olan namaz kazâ edilirken ezan
ve kâmet okumak sünnettir. Birkaç namaz birden kazâ ediliyorsa, bir ezan
ve her bir kazâ namazı için de ayrı ayrı kâmet lâzımdır.
Kazâları Geciktirmeden Kılmanın Lüzumu?
Namaz her ne şekilde
kazâya kalmış olursa olsun, mâni olan özür kalmayınca hemen
kazâ etmek lâzımdır. Mâlikî mezhebine göre, üzerinde kazâ
namazı olan bir adamın nâfile namaz ile meşgul olması
haramdır. Üzerinde kazâ borcu olan kimse, sadece sabahın
sünneti ile vitir namazını ve bayram namazlarını kılar.
Bunun dışındaki nafile ve sünnet namazların yerine kazâ
namazları kılmalıdır. Şâyet kazâ namazı kılmaz, sünnet ve
nâfile namazları kılarsa, bu namazları kıldığı için sevab
almakla beraber, kazâ namazlarını geciktirdiği için de günah
kazanır.
Şâfiî mezhebine göre
de, üzerinde acele kılınması vâcib olan kazâ namazları olan
bir insanın, bu namazları kılıp borcundan kurtuluncaya kadar
sünnet ve nâfile nev'inden namazlar ile meşgul olması
haramdır.
Hanbelî mezhebine göre
de, kazâ borcu olanın, nâfile ve gayrĞı müekkede sünnetleri
kılması haramdır. Vitir ile müekkede sünnetleri kılar. Fakat
kazâsı çok ise, bunları da kılmayarak kazâ namazları ile
meşgul olmalıdır. Sabah namazının sünneti bundan hariçtir.
Her hâl ü kârda kılınır, terkedilmez.
Hanefî mezhebinde ise,
kazâ namazı kılmak için sünnetlerin terk edilmesi câiz
değildir. Kazâsı olan kimse, sünnetleri ayrı, kazâyı ayrı
kılarlar.
Görüldüğü gibi, diğer
üç mezhebe göre, kazâ namazlarını geciktirmek câiz
olmamaktadır. Binâenaleyh üzerinde kazâ namazı borcu
olanlar, bu borçlarını geciktirmeden, en kısa zamanda kazâ
edip mes'uliyet ve vebâlinden kurtulmaya bakmalıdırlar.
Kazâ Namazlarını Kılarken Nasıl Niyet
Edilir?
Üzerinde çok kazâ
namazı olup hangi namazı kazâ edeceğini bilemeyen kimse
şöyle niyet eder: "Vaktine yetişip de kılamadığım ilk (öğle)
namazını yahut son (öğle) namazını Allah rızâsı için kazâ
etmeye niyet ettim." Bu şekilde niyet edilirse, her kılışta
ilk yahut son kalan namaz kazâ edilmiş olacağından vakit
tâyini de yapılmış olur.
BAŞLANMIŞ NAMAZI BOZMAK veya NAMAZI KAZAYA
BIRAKMAK
Başlanmış bir namazı
bozmak veya edâ etmeyi te'hir ederek kazâya bırakmak harâm
ise de, bâzı hallerde câiz, hattâ vâcib bile olur. Bu
hallerin başlıcaları da şunlardır:
1 - Suya düşmek, hayvan
saldırısına uğramak gibi canı tehlikeye düşmüş bir kimsenin
imdad isteğine koşmak için namazı bozmak vâcibdir.
2 - Doğum esnasında,
ana veya doğacak çocuğa bir zarar gelme ihtimâli varsa,
ebe'nin namazda ise namazı bozması, daha kılmamışsa te'hir
etmesi vâcibdir.
3 - Kırda, hırsızdan,
yol kesiciden, vahşî hayvan saldırısından korkan kimsenin
namazını te'hir etmesi câizdir. Harb esnasında da namaz
sonraya bırakılabilir.
4 - Nafile namazda iken
anası veya babası tarafından çağrılan kimsenin, onlara
icâbet etmesi vâcib olur. Tâ ki kendilerine cevab
verilmediğinden dolayı eziyet duymasınlar. Farz namazda iken
ise, namazı bozmak câiz olmaz.
5 - Malının
çalınmasından endişelenen kimsenin de namazını bozması câiz
olur.
6 - Kadın namazda iken
ateşte koyduğu tencerenin kaynayıp taşmasından veya
çocuğunun ağlayıp haykırmak gibi şeyler ile ızdırap
çekmesinden korkarak namazı bozması câizdir.
ISKÂT-I SALÂT - ISKÂT-I SAVM ve DEVİR
Iskât,
üzerindeki borcu düşünmek demektir.
Iskât-ı salât ise,
ölmüş bir insanın üzerinden, kazâya kalmış farz namazlarıyla
vitir namazları borçlarını düşürmek ve afvettirmek ümidiyle
yapılan bir tasadduk muamelesidir.
Iskât-ı savm da, ölünün
üzerindeki oruç borçlarını düşürmek mânasınadır.
Iskâtın Hükmü
Nedir?
Ölünün üzerinden,
sağlığında mazereti sebebiyle tutamadığı oruç borçlarının
düşürülmesi için fidye verilmesi hususu, hem âyet, hem de
hadîs ile sâbittir.
Resûlüllah Efendimiz:
"Bir kimse üzerinde bir aylık Ramazan orucu borcu varken
ölürse, onun her günü için bir yoksul doyurulsun"
buyurmuştur.
Burada oruç için her
bir güne karşılık bir yoksul doyurmak suretiyle fidye
verileceği açıklanmaktadır. Halbuki namaz için fidyeden, ne
âyet ve ne de hadîslerde bahis yoktur. Bu bakımdan namaz
için nassa dayalı bir ıskât söz konusu değildir. O halde
nerden çıkmıştır ıskât-ı salât?..
Iskât-ı salâtı, yani,
ölünün namaz borçlarını düşürmek için fidye vermeyi, Hanefî
müctehidleri bir ihtiyat eseri olarak müstahsen görmüşler,
güzel bir muamele olarak kabûl etmişlerdir. Aslında namaz
için verilen fidyeler, kazaya kalmış namazın yerine geçmez.
(Halbuki oruçta verilen fidye, tutulamayan orucun yerine
geçer, onu borç olmaktan düşürür). Ancak şu kadar var ki,
ölmeden evvel yapılan böyle bir fidye vasiyeti; bir nedâmet
ve pişmanlık eseridir. Ve mağfiret ve bağışlanma talebinin
nişânesidir. Bunun, ölen kimsenin vasiyeti olmadan, varisler
tarafından teberrû yoluyla yapılması da bir şefkat ve ölünün
hayrını isteme alâmetidir. Ayrıca fidye yoluyla fakirler de
sevindirilmekte, bu vesile ile onların bâzı zarurî
ihtiyaçları te'min edilmiş olmaktadır.
Bütün bu cihetler
itibariyle, ıskât-ı salâtın kabûlü, yani, ölünün kazâya
kalmış namaz borçlarının afvedilmesi, Allah'ın rahmet ve
inâyetinden ümid edilmektedir.
Bâzıları bu usûlü, ilk
defa İmam Birgivî merhumun ortaya attığını söylerlerse de
doğru değildir. Belki en eski Hanefî kitablarında da ıskât-ı
salâtın bahsi vardır.
Özetleyecek olursak
diyebiliriz ki: Fidye ile oruç borcunun sâkıt olacağı
hakkında kesin nass vardır. Namaz da ibâdet olarak oruç
gibi, hattâ oruçtan mühim bir ibâdettir. Çünkü kulun
âhirette ilk hesaba çekileceği ameli namazdır. Namaz
ibâdetinde eksikliği olanların hesabının çok çetin geçeceği
rivâyetlerde gelmiştir. Bu bakımdan ölünün, kazâ etme imkânı
kalmamış namazları için fidye verilerek, onun hakkında İlâhî
afvın tecellisi için niyazda bulunmak, ihtiyat icabıdır.
Umulur ki fidyelerin sevindirdiği fakirlerin sürûru ve duası
hürmetine, Allah o borçlu kulunun borçlarını afveder de
rahmetine dahil eder.
Iskatla İlgili Mes'eleler:
* Iskât-ı salât ve savm
yapılabilmesi için her şeyden önce, ölen kimsenin bu hususu
vasiyet etmesi gerekir. Ölen adam vasiyet etmemiş ise,
velisi ve varisleri tarafından da ıskâtın yapılması câizdir
ve makbûldür.
* Ölünün ıskât-ı salât
ve ıskât-ı savm için yaptığı vasiyet, geride bıraktığı
malının üçte birinden karşılanır. Malın diğer üçte ikisi
mirasçılarındır.
* Bir günün gece ve
gündüzünde vitir de dahil olmak üzere 6 vakit namaz vardır.
Ölünün arkasında bıraktığı malının üçte birinden, bu 6
namazdan herbiri için bir fidye verilir. Bir fidye, bir
fakirin bir gün doyurulmasıdır. Sabahlı - akşamlı olmak
üzere iki öğün üzerinden hesaplanır.
* Verilecek fidyelerin
hepsi tek fakire verilebileceği gibi, ayrı ayrı fakirlere de
verilebilir. Fidyeler, fakiri doyurmak suretiyle yerine
getirilebileceği gibi, yiyecek karşılığı para olarak da
verilebilir. Fakirin ihtiyaçları çeşitli olduğundan para
olarak verilmesi daha iyidir.
* Bir ölünün, geride
bıraktığı malı hakkında bir vasiyeti bulunmadığı takdirde,
varisleri ıskat yapıp fidye vermeye mecbur değillerdir. Hele
varisler fakir olurlarsa, bunları, âdet telâkkisiyle fidye
vermeye zorlamak uygun düşmez. Hususan varisler arasında
çocuklar ve yetimler varsa, bunların hisselerinden fidye
verilmesi hiç câiz olmaz.
* Namaz fidyesinin
vasiyet edilmesi, varisler tarafından teberrû yoluyla
yapılmasından hayırlıdır.
Fidyeler ölü
defnedilmeden verilmelidir. Uygun olan budur. Bununla
beraber definden sonra verilmesi de câizdir.
* Ölünün ömrü
miktarınca ıskat yapılmak istenirse, ömür müddeti şemsî
seneye göre hesaplanır. Erkekte bunun 12 yılı, kadında ise 9
yılı çocukluk müddeti olarak çıkarılarak, geriye kalan
müddet için ıskat yapılır. Para kâfi gelmezse devre
başvurulur.
Devir Nedir?
Ölünün ıskât için
vasiyet ettiği mal, veya geride bıraktığı malın üçte biri;
üzerinde olan namaz veya oruç borçlarını ödemeye kâfi
gelmiyorsa bu takdirde devir usûlüne başvurulur.
Devrin yapılışı
şöyledir:
Önce, ıskat için
ayrılan paranın ölünün ne miktar borçlarına kâfi geldiği
tesbit edilir. Ölünün bütün borçlarının ıskâtı için daha kaç
tane o miktarda para fidye olarak verilmesi gerektiği
hesaplanır. Bundan sonra, ıskât için ayrılan para bir fakire
tasadduk edilir. Parayı alan fakir de gönül rızasıyla,
ıskatı yapan şahsa hibe ederek geri verir. Hibe yoluyla
alınan para, tekrar o şahsa veya bir başka şahsa tasadduk
edilir. Parayı alan şahıs, yine parayı hibe yoluyla geri
verir. Bu işlem, tasadduk adedi ölünün borçlarının tamamını
ıskât edecek miktara ulaşıncaya kadar devam eder. İşte bu
tasadduk ve hibe işleminden her birine, bir devir tabir
edilir.
Devir sayısı, ıskât
için tahsis edilen paranın miktarına göre değişir.
Devrin nasıl
yapıldığını çok basit bir misalle açıklayalım:
Bir şahıs, üzerinde 2
aylık, yani, 60 günlük namaz borcu olduğu halde vefat
ettiğini kabûl edelim.
Bu şahıs için verilmesi
gereken fidye miktarı, bir gün vitirle beraber 6 vakit
üzerinden hesap edildiği için 60 x 6 = 360 fidyedir. Bir
fidyenin ise, faraza 100 liradan verildiğini kabûl etsek, bu
durumda vefat eden şahsın borçlarının ıskâtı için 360 x 100
= 36.000 liranın tasadduk edilmesi gerekmektedir.
Kabûl edelim ki ölünün
ıskâtı için geride bıraktığı parası 6 bin lira olsun.
Görüldüğü gibi, ıskât için ayrılan para bütün borçları
karşılamaya yetmemektedir. Bu durumda devire başvurulur. 6
bin liranın 36 bin lirayı karşılar duruma gelmesi için ise,
36.000 : 6.000 = 6 devire ihtiyaç vardır.
Fidyelerin devri
hususunda acele edilmemeli, bu işlemin şer'î usûlüne uygun
olarak yapılmasına çalışılmalıdır.
Yani, fidye fakire:
"Filân oğlu filânın namaz keffareti olmak üzere bu parayı
al" denilerek gerçekten eline teslim edilmelidir. Parayı
alan fakirde "Bunu kabûl ettim"
diyerek aldıktan sonra, aynı parayı gönül rızasıyla "Ben bu
parayı sana hibe ettim" diyerek geri vermelidir. Fidyeyi
veren şahıs, bu hibeyi kabûl ettiğini belirterek almalıdır.
Devir ve teslim işlemi, bu şekilde ölünün borçları bitinceye
kadar devam etmelidir.
* Devir, tek fakirle
yapılabileceği gibi, birden fazla fakirle de yapılabilir.
Böyle bir paranın fakire bağışlanması, fakirin de
âlicenaplık göstererek bunu bağışlayana hibe etmesi; artık
borçlarını kazâya imkânı kalmamış bir Müslümanın uhrevî
mes'uliyetini azaltmak gibi pek hayırlı bir maksada
müteveccih olduğu açıktır. Bu sebeble bu işlem, gerçekten
gönülden koparak yapılırsa, büyük bir şefkat alâmeti ve din
kardeşliği duygusunun parlak bir nişânıdır.
OKUMA PARÇASI
OĞLU, BABASINI
İRŞAD ETTİ
Yaşı bir hayli ilerlemesine rağmen,
günlük işleri kendisini o kadar meşgul eder, o derece kendini içinde
bulunduğu meşguliyete kaptırırmış ki; sanki uğraştığı işte fâni olur,
bunların dışında ebedî hayatın olduğunu, asıl kazanç veya kaybın
âhiretle alâkalı kazanç veya kayıp bulunduğunu asla hesaba katamazmış...
Onun bu hâline, İslâmî şuûra ermiş
genç çocuğu, çok üzülür, fakat bir münasip fırsat bulup da:
- Baba, bu senin fâni olurcasına
meşgul olduğun şeyler gelip geçicidir. Bizim için bir de âhiret hayatı,
uhrevî kazanç vardır. Biraz da hayatımıza bu ölçü ile bakıp, İslâmî
vazifemizi îfa ederek çalışalım..." diyemezmiş.
Bir sabah oğluyla yine çarşıya
çıkan baba, bir file dolusu erzak alıp oğluna:
- Bunu bizim eve götür, sonra da
gel, işlere devam edelim, demiş.
Çocuk gitmiş ve biraz sonra dönmüş.
Akşama kadar yine malûm olduğu üzere işlerinde fâni olurcasına
çalışmışlar. Yaşlı baba, ezanların okunup, namaz vakitlerinin girişinden
tınmamış bile...
Akşam, yorgun-argın eve dönmüşler.
Önlerine getirilen sofranın çeşitsiz olduğunu görünce hiddetlenen baba:
- Hanım, bu ne beceriksizlik?
Akşama kadar nefes almaksızın çalışıyoruz, yerimizden kımıldayacak
tâkatimiz kalmıyor, sen de bizi böyle yemekle mi karşılıyorsun?
- Ne yapayım, alsaydın bir şeyler
yapardım! Evde bulunan buydu, ancak bunları yapabildim.
- Oğlum, seninle gönderdiğim fileyi
ne yaptın?
- Ne yapayım baba, dediğin yere
götürdüm!
- Ben, eve götür demiştim!..
- Ben de öyle yaptım.
- Ne münasebet? Bak, annen, bir şey
yoktu, diyor.
- Baba, ben onu senin evine
götürdüm!
- Oğlum, ne demek istiyorsun? Benim
evim burası değil mi?
- Hayır baba, sen burada misfirsin,
senin evin burası değil!.._f_areti olmak üzere__İ- 328
- Ya neresi?
- İstersen buyur, evini göstereyim?
Böylece çocuk, babasının önüne
düşer, doğruca etrafı çevrili bir bahçeden içeri girerler ve bir toprak
yığınının yanına gelirler!..
Burası mezarlıktır, üzeri toprak
yığılı mezarın yanındaki açık bir mezar da çoktandır boş beklemektedir.
Çocuk yanıbaşında dikili duran bir ağaca dayanarak konuşur:
- Babacığım, işte şurası senin
evindir. Gönderdiğin malzeme de fileyle birlikte işte çukurdadır. Sonra
sen burada yalnız da değilsin. Bütün konşularımız buradalar. Belki şu
kasabamızın halkı buraya yüz defa boşalmış. Hiçbiri de şu anda
beklediğimiz evlerde ebedî kalmamış, misafirlik müddeti bitince asıl
evlerine dönmüşlerdir. Senin bunlardan müstesna kalacağını sanmıyorum.
Yaşlı adam derin düşünceye dalar ve
sonra sakalının beyazlarından aşağı gözyaşları akarken titrek sesle
konuşmaya gayret eder:
- Oğlum, ömrüm boyunca kimseden
almadığım dersi şu anda senden almış bulunuyorum. Beni irşad ettin.
Halbuki bu irşad vazifesi bana düşmekteydi. Ne yazık ki ben koskoca bir
ömür boyunca âhiretimi unutmak pahasına bir dünyaperestliğe düştüm, îkaz
vazifesini sen yaptın. Bundan böyle muvakkat dünyam için nasıl
çalışıyorsam, ebedî âhiretim için de öyle, belki daha fazla çalışacağım.
Namazlarımı kılıp oruçlarımı tutacağım. Berhüdâr ol evlât...