Almanca dil kursundayım. Hoca
çok disiplinli biriydi. Bilhassa zaman açısından hiç müsamahası
yoktu. Bir hafta boyunca, kimin ne kadar dakika geç geldiğini
tesbit ediyor ve onları geç geldikleri toplam süre kadar sınıfta
tutuyordu. Tabiî bu durum, zaten kursa zor zaman ayırmış
iş sahiplerinin hiç de hoşuna gitmiyordu. Bir gün haftalık
cezası 18 dakika tutan bir arkadaşımız kızarak
şöyle dedi:
- Neredeyse saniyeleri de hesap
edeceksiniz. Neyse hatırınız için bir başka zaman
on dakika kalayım sınıfta. Şimdi çok âcil bir işim
var...
Yaşlı Alman gözlerini kırpıştırarak
bir süre süzdü bu arkadaşı ve şöyle konuştu:
- Olmaz. Çünkü siz âcil işlerinize
bu kadar önem vermiş olsaydınız şimdi benden
onsekiz dakikalık bu cezayı almazdınız. Zira ders de
sizin için günlü saatli âcil bir işti. Bu bakımdan şimdi
kalacaksınız ve onsekiz dakikalık bir ders vereceğim
size.
Belli ki, hoca da kızmıştı.
Ben de merak ederek kaldım sınıfta.
Sıra aralarında bir kaç
tur attıktan sonra şöyle konuştu:
- Arkadaşlar zamanı iyi
kullanmıyorsunuz. Hatta bu konuda benim gösterdiğim
hassasiyete kızıyorsunuz. Ama ben haklı olduğuma
inanıyorum. Belki de içinizden 'ne olacak gâvur kafası'
diyorsunuzdur.
Masasına gitti. Çantasından
basılı bir broşür çıkardı.
- Şuna bakınız lütfen,
dedi. Bu bir tren tarifesiydi. Arkadaş göz ucuyla bakıp iade
edecekti ki, "hayır daha iyi tetkik etmenizi istiyorum"
dedi. Trenlerin kalkış ve varış saatlerini tercüme
ettirdi. Bunlar hep değişik ve karmaşık rakamlardı.
Meselâ kalkış saati 18.18 idi, 21.34'tü. Varışlar
da hep öyleydi. 12.46 gibi, 9.27 gibi...
Onsekiz dakikaya cezalı arkadaşımız
bu minval üzere uzayan rakamları görünce Hoca'ya dedi ki:
- Bakınız işte
burada Avrupalı kafanın mantıksızlığı
açıkça görünüyor. Ne demek yani onsekiz geçeler, 12 geçeler,
36 geçeler... Şuna üç buçuk, dört buçuk deseniz olmaz mı?
Hiç olmazsa, çeyrek geçe deseniz de, hem de akılda kalacak bir
sayı ve saat olsa...
Yaşlı Alman'ın yüzünde
belli belirsiz bir tebessüm gezindi. Ve bakışlarından söyletmek
istediği düşünceyi yakalamış olduğu belli
oldu.
- Bana bak, dedi. Kendinize hakaret
etmeyin. Çünkü bu tarifenin böyle düzenlenmiş olması,
"Avrupalı kafa"nın mantıksızlığı
değil, müslüman kafanın tutarlılığıır.
Çünkü, biz zamanı kullanmayı ve değerlendirmeyi müslümanlardan
öğrenmişizdir. İşte bu tren tarifesi de aynı
anlayışın güzel bir örneğidir.
Bizler hayret ve şaşkınlıkla
ona bakarken, hoca şöyle devam etti:
-Siz müslümanların
ibadetlerinde yer önemli değildir. Dünyanın her yerinde
ibadet edilebilir. Ama zaman çok önemlidir. Çünkü her ibadetin
kendine ait bir vakti vardır. Hattâ bu vakit ibadetin şartıdır.
Yani vakitsiz ibadet ifa edilmiş sayılmaz. İbadetlerin
vakitleri de bizim tren tarifesi gibi, hep böyle 18, 17, 13, 10, 9 geçelerdir.
Üstelik bu saatler de devamlı değişirler. Bugün sabah
namazını 7.21'e kadar kılabilirsiniz. Ama yarın,
7.22'ye kadar da kılabilirsiniz. 23 geçe olmaz. Sadece namaz böyle
değildir. Oruca başlama ve bitirme saatleri de böyledir. Bu
ince hesaba dayanan ibadet saatleri üstelik her gün değişmektedir.
Böylece de müslümanlar her gün
değişmekte olan zamana karşı uyanık durmakta,
zamanın kıymetini anlamakta ve onu iyi değerlendirmek üzere
hazırlanmaktadırlar. İbadetlerini yapan bir müslüman
her gün değişen dakikalara ayak uydurmaya ve dakikaları
değerlendirerek yaşamaya mecburdur. Bizim zamana bakışımızın
ilham kaynağı müslümanlardır."
Yaşlı Alman Hoca "Çıkabilirsiniz"
dediği zaman, hepimiz tarifi imkânsız bir mahcubiyet içindeydik.
(Vehbi Vakkasoğlu, Sûr
Dergisi, Ocak 1987)
|