Sultan II. Bâyezid, Sahilde
gezintiye çıkmıştı. Denizin mavi sularına
bakarak ilerlerken bir aralık burnuna çok güzel kokular gelmeye
başladı.
Yanındakilere:
- Bu güzel kokular nerden geliyor?
diye sordu.
Paşalardan biri şu cevabı
verdi:
- Devletlû Padişahım,
İstanbul'un fethi sırasında yaralanarak gazi olan
bir yiğit vardı. Ak sakallı, nur yüzlü bir
ihtiyar... Bugün kendisine Gül Baba denilmektedir. Ağaçları,
çiçekleri çok sever. Bütün bu gördüğünüz yamaçları güllerle,
türlü türlü çiçeklerle donattı. Bu hoş kokular, işte
o zâtın bahçesinden geliyor..."
Bu haber padişahın hoşuna
gitmişti.
- Merhum babamın bu gazi
askerini ziyaret etmek isterim. Ayrıca, yaşına rağmen
yaptığı bu faydalı işten dolayı, kendisini
taltif etmek de iyi olur" dedi.
Padişah ve yanındakiler,
Gül Baba'nın kaldığı kulübeye doğru yürüdüler.
Zaten kulübe de birkaç yüz metre ilerde idi. Gül Baba onları
ayakta karşıladı. Padişahla aralarında şu
konuşma geçti:
- Savaşta bastığı
yeri sarsan, barışta oturduğu yeri gül bahçesine çeviren
yiğit asker sen misin?"
- Siz öyle diyorsanız, öyledir
Sultanım. Sizin iltifatınıza nâil olmak benim için büyük
bir şereftir."
Bu konuşmadan sonra, Padişah
atından inip kulübeye girdi. Gül Baba'nın utana sıkıla
gösterdiği sakince bir minderin üzerine bağdaş kurup
oturdu. Bir müddet istirahat etti. Gül Baba'nın sunduğu
şerbeti içtikten sonra, ona şöyle dedi:
- Dilersen seni saraya alayım,
artık çalışma. Yaşlılık dönemini
dinlenerek geçir..."
Padişahın bu teklifine, Gül
Baba şu cevabı verdi:
- Sağolun Sultanım, ben
burada oturmak, yine güllerle, çiçeklerle, ağaçlarla meşgul
olmak isterim. Bu meşguliyet benim için zahmet değil, büyük
bir zevktir. Ama ille de bana bir iyilik yapmak isterseniz, şu kulübenin
bulunduğu yere benim hayrıma bir mektep yaptırın,
memleket evlâdı okusun, milletine faydalı insanlar olarak
yetişsin. Benim de amel defterime devamlı nurlar yağsın,
sevablar yazılsın."
Padişah, Gül Baba'nın bu
sözlerinden çok duygulandı. Onun bu yaştaki çalışma
azmi ve gayreti, hiçbir maddî menfaat gözetmeyen ihlâslı hâli
çok hoşuna gitmişti.
- Gönlün rahat olsun, Gül Baba,
dedi, dileğin en kısa zamanda yerine getirilecektir."
Yıl 1491 idi. Gül Babanın
kulübesinin bulunduğu yere büyük bir bina yapıldı. O günden
itibaren bu bina, sırayla mektep, hastahane ve saray olarak kullanıldı.
Nihayet 1868'de tekrar mektep hâline getirildi. Cumhuriyet döneminde
de adı Galatasaray Lisesi olarak değiştirildi.
Gül Baba'nın kabri de
mektebin hemen yanıbaşındadır.
Bu tarihî olay, îman ve ibâdet
duygusunun insana yaşlılıkta bile verdiği çalışma
gayretini, insanlara ve gelecek nesillere faydalı olma azmini, en güzel
şekilde göstermektedir.
(Mehmed Dikmen, İslâm'da
Fazilet Yarışı)
|